• Osmanlı’da Harem Meselesi

Osmanlı’da Harem Meselesi
Yrd. Doç. Dr. Muammer Ulutürk
 
Osmanlıda harem meselesi hakkında ortaya atılan iddialara dayanak teşkil eden hususun ilmi olmaktan çok, yazarların, konuşanların, fikir yürütenlerin siyasi/dünyevi zihin yapılarına göre biçimleniyor olması diğer başka meselelere yaklaşımın alışılageldik bir vechesini oluşturuyor. Esasen Osmanlı hakkında söz söylemeye başlarken Padişahın yetkilerini sınırlandırma çabası içinde bulunan anayasal girişimlerle demokratikleşme süreçlerinin başladığı günden yaşadığımız zaman dilimine ağız ve kalemlerden süzülen her tekrarın altında yatan şeyin, gelenekçilikle modernleşme arasındaki gerilimden neşet ettiği vakıadır. 
 
Sözünü ettiğimiz gerilimin izalesini giderecek çabanın tarihçilerin elinden çıkıyor olmasının fayda teşkil etmemesi de, gerilimde taraf olanların son derece sert bu mantık sakatlığından  çıkmaya  niyetleri  bulunmadığının  işaretlerini  vermeye  yetiyor.  
 
İlmi  olmayan, cehalet ve artniyete yanaşık izah ile aksine yürüyen bakış açısının hiçbir tarihi vakıayı doğru biçimde ortaya koyamayacağı aşikardır. Harem konusu, Osmanlı tarihinin sürekli saptırılıp çarpıtılan konularından biri olmuş, haremi anlatan yerli yazarlar Batılı yazarların dayanaktan yoksun yazılarından yararlanmış, roman, öykü, sinema ve diğer görsel anlatım dilinden sızan taraflı, kasıtlı malumat da konuya vukufiyeti olmayanlar nezdinde öylece kabul görmüştür. 
 
Padişahın özel evi olan hareme yabancıların girmesi mümkün değildi. Belgelere dayanması işte bu sebeple zordur. Özellikle Osmanlı Devletinin yükselme devri haremine ilişkin bilgilerin kaynağı İstanbul’a gelen Batılı seyyahlar, ressamlar ve diplomatlar olup, söz konusu kişiler hareme giremediklerine göre doğrudan bunların fantezileri ile karşı karşıyayız demektir. Kelimenin kullanımından ne anlattığına kısa bir tarih yolculuğuna çıkacağımız bu araştırmada aslı olmayan, belge bulunmayan yorumları saf dışı bırakarak -Osmanlı’yı kutsama hastalığından da uzak durarak- meseleyi izaha çalışacağız.
 
Akadcada “örtmek, gizlemek, başkalarından esirgemek; ayırmak, tecrit etmek” anlamlarına gelen haramu(m) ile Arapçada “muhafaza edilen, mukaddes olan şey veya yer” anlamındaki “harem” kelimeleri etimolojik açıdan birbirine yakındır. Mekke, Medine ve Kudüs ile buralarda yer alan bazı mekânların da harem adını alması işin ibadet tarafını, evin özel bölümleri ile kadınların yabancı erkeklerle karşılaşmayacağı diğer kısımlarının bulunması da günlük hayatın rahatça devamını sağlamayı amaçlar. Harem sadece doğunun kültürüne has bir husus teşkil etmez. 
 
Eski Greklerin evlerinde “gynaikeion”, Romalıların evlerinde de “gynaikeion” (kadınlara ait) dedikleri bölümler mevcuttu. Eski Ahid’de Sara, İbrahim’in konuşmasını arkadaki bölümün kapısında dinler (Tekvin, 1/10), Laban, iki cariyenin çadırına girer (Tekvin, 33/31). Yahudi 10 Emri’nde komşunun haremine göz dikmemekten söz edilir (Çıkış, 20/17). Sümer, Asur ve Ahameni saraylarında harem daireleri vardı. İslamiyetin gelişinden sonra da oturulan mekan fark etmeksizin evin harimi olanlar için ayrı bölümler, odalar yapılmıştır. 
 
Dört Halife döneminde saray bulunmadığından daha sonra bir kurum olarak ortaya çıkacak olan haremden söz edilemez. Saray hareminin ilk defa Emeviler devrinde ortaya çıktığı kabul edilmektedir. Sarayın harem kısmında hadım hizmetkar kullanımı I. Muaviye ile başlamış, haremin kurumsallaşması da Abbasiler döneminde olmuştur. Bu süreç beraberinde kadınların devlet yöneticileri üzerindeki nüfuzunun artmasına sebep olmuştur. 
 
İbn Tiktaka, Halife Muktedir döneminde harem nüfuzunun zirveye ulaştığını, devletin kadınlar ve hadımlar tarafından idare edildiğini söyler. Fatımi Devletinde haremdeki kadınların bir bölümü devlet işlerine yaptıkları müdahalelerle tanınırken bir kısmı da servetleriyle şöhret kazanmışlardı. Selçuklularda hükümdarın nikahlı eşleriyle cariyelerinin yaşadığı haremin kendine has bir teşkilat yapısı vardı. Bu dönemlerin haremlerinde kadınlar devlet yönetiminde etkili olmuşlardır. 
 
Söz gelimi Sultan Melikşah’ın karısı Terken Hatun, Melikşah’ın ölümünden sonra devlet idaresini eline geçirmiş ve çocuk yaştaki oğlu Mahmud’u sultan ilan ettirmiştir. Tuğrul Bey’in karısı Altuncan Hatun’un Irak’ta mülkü bulunuyordu. Nizamülmülk; Siyasetname’sinde saraylı kadınların, özelikle hatunların devlet işlerine karışmamaları tezini savunurken, onların kadın hacib ve hizmetçilerinin sözlerine göre hareket edeceklerinden endişelenir. Harizmşah Alaeddin Tekiş’in karısı Terken Hatun’un ayrı bir sarayı, kendine bağlı devlet erkanı, dilediği gibi harcadığı özel emlak ve akarı vardı. Memluk ve Babür saray teşkilatlarında Selçuklu tarzına benzer uygulamalar görülmüştür. Babür haremindeki hizmeti sayısının Ekber ve Evrengzib dönemlerinde 2000’i geçtiği, hareme seçileceklerin akıllı ve yetenekli olmasına dikkat edildiği bilinmektedir (Özaydın, DİA 16/134).
 
Osmanlı döneminde teşkilatlandırılması Fatih Sultan Mehmed zamanında gerçekleşen harem, devlet yapısının geleneğine uygun olarak devşirme sistemiyle geliştirilmiştir. En alt kademe olan cariyelikten son mertebe olan ustalığa (hasekilik ve valide sultanlık hariç) yükselme birçok bakımdan enderun terfi sistemine benzemektedir. Bu anlamda enderun padişah, saray ve devlet hizmetini yürütecek erkeklerin, harem de kadınların yetiştirilmesine yarayan kurumlardır. 
 
XVI. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren saray haremiyle ilgili bilgiler kısmen çoğalmakta ve bu dönemin kroniklerinde de saraydaki hayat hakkında bazı ayrıntılara rastlanmaktadır. Özellikle kanuni Sultan Süleyman’ın hasekisi Hürrem Sultan ve kızı Mihrimah Sultan’la başlayan, Valide Nurbanu Sultan ve Valide Safiye Sultan’la devam eden entrikalar ve bazı harem mensuplarının iktisadi ve ictimai faaliyetleri bu kurumdan sıkça bahsedilmesine  yol  açmıştır  (İpşirli,  DİA.  16/135).  
 
XVI.  yüzyıldan  sonra Osmanlı siyasi  ve idari tarihinde olduğu gibi harem hayatı ve teşkilatında bozulma ve yozlaşma meydana geldiği genellikle kabul edilir. Bu durum, I. Ahmed’den başlayarak hemen bütün XVII. yüzyıl padişahlarının çocuk denecek yaşta tahta çıkmalarına ve uzun süre idareye hakim olamamalarına bağlanır (16/136).
 
Gerek Sultan II. Abdülhamid ve gerekse önceki dönem harem hayatı hakkında Batılı yazarlar pek çok hayali tasvir üretmişlerdir. Haremin üzerinde en çok konuşulan ve çeşitli sanat eserlerine konu teşkil eden mensuplarının başında cariyeler gelir. Cariyelik pek çok yönden yanlış değerlendirilmiştir. Hukuken kadın köle statüsünde olan cariyelerin esas kaynağı savaşlarda alınan esirlerdir. 
 
Bunlar Müslüman adap ve erkanı üzere yetiştirilir, kendilerine okuma yazma, dini bilgiler öğretilir, yeteneklerine göre musiki, biçki dikiş, nakış dersleri verilir ayrıca sofra hizmetleri öğretilirdi. Acemilik denilen bu ilk dönemden sonra ilerleme gösterenler kalfa, usta seviyelerine yükseltilirdi. Haremde yüzlerce cariye olmakla birlikte bunların büyük bir kısmı hizmetçi idiler. Padişah, cariyelerin içinden sadece birkaç tanesiyle ilgilenir, diğerlerini ne bilir ne de görürdü. 
 
Harem hususunda yapılan araştırmalar, bu konudaki Osmanlı uygulamasının genel olarak İslam hukukunun belirlediği sınırlar içinde cereyan ettiğini göstermektedir. Haremde hizmetçi statüsünde bulunan cariyelerin büyük çoğunluğu teşkil ettiği, eş statüsündeki cariyelerle padişahların onları azat ettikten sonra veya etmeden nikah akdi yaptıkları, evlendikleri hür hanımlarla bunlar  arasında  herhangi  bir  hukuki fark bulunmadığı ortaya çıkmıştır (Akgündüz, 2000:260-262).
 
İslam hukukuna göre, hür bir erkeğin, daha evvel evlendiği hür bir kadın yoksa, ehl-i kitap veya Müslüman olan bir câriye ile evlenmesi, hür bir kadınla evlenme imkânı bulunsa dahi, sahih ve caizdir. Hür bir kadınla evli olan hür erkeğin bir câriye ile evlenmesi ise sahih değildir. Zira Hz. Peygamber, “Hür bir kadın üzerine câriye ile evlenmek sahih olmaz” buyurmuşlardır. Bu hususun uygulanmasında devlet yöneticisi ile sıradan biri arasında fark gözetilmez. II. Bâyezid döneminde tedvîn edilen Havâss-ı Kostantıniyye Kanunnâmesinde konuyla ilgili tatbikattan örnekler yer almaktadır (Akgündüz, 311). Padişahlar ayrıca ilk dönemlerden Fatih dönemine kadarki sürede hür kadınla evlendikleri  zaman,  aynı  anda  dörtten fazla kadınla nikah akdi yapmamışlardır. Belki birisinin ölümü ve ayrılması üzerine beşinci ile evlenmişlerdir.
 
Cariyelikten gelen, güzellik ve yetenekleriyle padişahın gözüne giren haseki ve gözdeler, XVII. yüzyıla kadar genellikle Avrupalı savaş esiri cariyeler arasından çıkarken daha sonra Kafkaslardan gelenlerden seçilmeye başlanmıştır. Harem teşkilatı ve oradaki günlük hayat hakkında yeterli bilgi bulunmadığından özellikle erken dönemler için bazı genellemelere gidilmesi kaçınılmaz olmaktadır. 
 
Günlük hayata dair bilgiler daha çok XIX. yüzyıla, yani Batı tesirinin saraya ve hareme nüfuz ettiği döneme aittir. Yerli ve yabancı müellifler tarafından hakkında çok şey söylenmiş ve yazılmış olan Osmanlı hareminin altı yüzyılı  kapayan  bir  dönemde  İslam-Türk  geleneğine  uygun  bir  müessese  olarak  varlığını sürdürdüğü bir gerçektir. Harem bir tür mektep oluşturmuş ve başlıca bilgi, görgü, usül, erkan, düzgün konuşma, güzel iş yapabil esasları çerçevesinde çok disiplinli bir eğitim vermiştir (İpşirli, 16/138).
 
Topkapı yahut diğer Osmanlı saraylarının işlevini, bugünkü anlamıyla üst düzey devlet yöneticilerinin konutları olarak görmek lüzumu vardır. Osmanlı döneminde devlet adamlarının konutları demek olan saraylar, haremlik ve selamlık olarak ikiye ayrılmış, girilmesi yasak olan harem kısmı kadınların ikametine tahsis edilmiştir. Bu yönüyle harem Osmanlı için cinsellikle tanımlanmış bir mekânı çağrıştırmaz. 
 
Osmanlı haremi; Dârüs-Sa’âde Ağası ve Harem Ağalarının emri altındaki erkek kölelerin istihdam edildiği, içinde bir tek câriye bulunmayan, izin alınmadan burada çalışan tavaşilerden kimsenin asıl hareme girmelerinin de mümkün olmadığı asıl harem kapısına kadar olan hareme “giriş bölümü”, Kadın Efendilerin, Şehzade haremlerinin, padişahların ve Padişah ailesi mefhumu içine giren herkesin hizmetçisi durumunda olan “cariyelerin bulunduğu bölüm” ve asıl haremde yaşayan ve “Padişah’ın ailesinin yaşadığı, Kadın Efendiler, valide sultânlar, şehzade haremleri ve kendileri ile karı-koca hayatı yaşanan cariyelerin bulunduğu bölüm” olmak üzere üçe ayrılmaktadır. 
 
Bu sebeple, haremi içeriden görebilmek mümkün olmadığından Osmanlı harem hayatı hakkında bilgi elde etmek neredeyse imkansızdır. Harem hakkında yeterli bilgi bulunmaması haremin tüm imparatorluk boyunca hep gözden uzak, gizli tutulmuş olmasından ve harem sakinlerinin bile yazamadıkları/belki akıllarından bile geçirmedikleri konular olmasından, varsa dahi bunların günümüzde ulaşamayışından kaynaklanmaktadır.
 
Padişahların kadınlarını ve haremi bir konu olarak Batılı yazarların ele aldıklarını görüyoruz. İlk olarak harem ve buradaki kadınlardan söz  eden III. Murad’ın doktoru Dominieo Hieroso Limiano (1580-1590) olmuştur. Limiano, haremin bir plânını yapmış ve kadınlar dairesi, şehzadeler mektebi, şehzadelerin hapsedildiği yerler ve harem âdetleri hakkında bilgi vermiştir (Uluçay, 1971: 17). 1599 yılında İngiltere Kraliçesi Elizabeth’in, III. Murad’a gönderdiği org’u İstanbul’a getiren usta Thomas Dallam 1  da o dönemdeki seyyahlardan birisiydi ve Lancashire’dan Londra’ya gelerek kilise orglar için boru üretmek üzerine uzmanlaşmıştı. 
 
1599 yılında henüz 23 yaşındayken hayatının en önemli görevlerinden birisiyle  vazifelendirilmişti:  Kraliçe  Elizabeth  tarafından  Osmanlı  İmparatorluğu  hükümdarı Sultan III. Murad’a hediye olarak sunulmak üzere boş zamanlarında yapmış olduğu saatli orgu  İstanbul’a  götürecekti.  Dallam,  İstanbul’a  ulaşamadan  Sultan  ölmüş,  tahta  oğlu  III. Mehmed geçmişti. Cihazı kurmak için bir ay sarayda çalışan Dallam, fırsatları kaçırmamaya özen göstererek bazı harem kadınlarını görmeyi başarmıştır.1604-1607 yılları arasında İstanbul’da Venedik Elçiliği yapan Ottaviano Bon2, yazdığı risalede hükümdarın olmadığı bir zamanda saraya girdiğini iddia etmiştir. 
 
I. Ahmed avda iken baş bahçıvanın yardımıyla has bahçeden saraya girmis, has bahçeyi, Sultan Ahmed’in yatak odasını ve Revan Kasrının önündeki havuza kadar olan yerleri gördüğünü ileri sürmüştür. Bununla birlikte padişahın kadın ve cariyelerle nasıl cinsî münasebette bulunduğunu ilk defa iddia eden de bu şahıstır. Riko de Jeanclande Flachat ve N. M. Penzer3 de aynı konuları yazmışlardır. 
 
Uzun müddet İstanbul’da yaşayan Riko da haremden ve kadınlardan bahsetmiş, fakat Bon’un söylediklerine yeni  birşey  ilâve  etmemiştir.  1699  senesinde  İngiliz  Reverend  Edmund  Chishul,  bir  İngiliz arkadaşı ve bir Rum operatörünün yardımıyla, baş bahçıvanı elde etmiş, tıpkı Bon gibi sahilden saraya girmişlerdir. Dış bahçe, has bahçe, selâmlık, Revan, Bağdat kasırları, havuz, Sultan  İbrahim  kameriyesi,  şehzadelerin  hapsedildiği  daire  ve  buradan  hareme  giren  kapıyı görmüş ve bunları muhtırasında yazmıştır. Bir mücevherci olan Pierre Lambert Saumery, 1721 senesinde yazdığı eserinde hareme ilk giren kişi olduğunu iddia eder. 
 
Aynı iddiayı aynı yıllarda bir Fransız seyyahı olan Aubry de la Motraye, 1723 yılında yayınladığı eserde4 tekrarlamıştır. İlk defa harem teşkilâtından bahseden İsveç sefareti görevlisi Muradja d'Ohsson, 1791 yılında yayınladığı “Tableau general de L’empire Ottoman” (Osmanlı İmparatorluğunun Genel Tablosu) adlı eserinin yedinci cildinde hareme ait bir fasıl ayırmıs, duydukları ve gördükleri ile harem teşkilâtını anlatmaya çalışmıştır. Bu tarihten sonra harem teşkilâtı için yerli ve yabancı yazarlar bu eseri kaynak almışlardır. 
 
Tarihçi Hammer bunlardan biridir.  İstanbul  ile  ilgili  eserlerinin  her  biri  bugün  artık  belge-resim  olarak  kabul  edilen Antoine  İgnace  Melling  de  İstanbul’da  kaldığı  süre  içerisinde,  saray  ve  harem  hayatını canlandıran meşhur gravürünü (Melling’in hareminin gerçeğe yakın olduğu söylenir-M.U.) çizmiştir. Fransız yazar ve fotoğrafçı Maxime Du Camp (1844-1845), İstanbul’da bulunduğu sırada hükümetten izin alarak Çinili Köşk, birinci avlu, mutfaklar ve avluları dolaşmıştır.
 
Hammer zamanına kadar, hiç kimsenin Topkapı haremini göremediği üzerinde ısrarla durmuştur. Yabancılar daha ziyade, sarayın has bahçe kısmıyla, selâmlık kısmını dolaşmaya muvaffak olabilmişlerdir. İçini gördüklerini iddia edenlerin de -ihtimal vermiyoruz- haremin çok az kısımlarını görmüş olmaları muhtemeldir (Uluçay, 19). Günümüzde Batılı yazarların harem kurumuna ilgileri devam etmektedir. Leslie P. Pierce’in Osmanlıda güç sahibi olmuş kadınları anlattığı kitabı bunlardan biridir.5
 
Haremi ilk kez görmek ve hakkında yazı yazmak fırsatı Abdurrahman Şeref Bey’e verilmiştir. 1908 ihtilâlinden sonra müsaade alarak Topkapı Sarayı’na giren Abdurrahman Şeref Bey, haremi görmüş dolaşmış, binalar, daireler, kadınlar, cariyeler, sehzadeler ve sultanlar hakkındaki makalelerini 1910-1911 yılları arasındaTarih-i Osmani Encümen-i Mecmuası’nda neşretmiştir. 
 
Bundan sonra hareme girme ve çalışma müsaadesini alan Miller ilk defa Amerikan Sefiri ile 1912 yılında haremi dolaşmış, 1916-1919 yılları arasında da Topkapı Sarayında çalışarak 1931 yılında “Beyond the Sublime Porte” adlı eserini yazmıstır (Uluçay, 19). Mecelle yazarı, hukukçu, tarihçi ve aynı zamanda sosyolog olan Ahmet Cevdet Paşa’nın harem ve padişahlar hakkında verdiği bilgiler de dikkate değer niteliktedir. Kaynak niteliğindeki en önemli eser ise Ahmed Akgündüz’e aittir.6
 
Harem için en önemli kaynaklar, hanedanın bir nevi özel arşivi olan Topkapı Sarayı Arşivi ile Başbakanlık Arşivinde bulunmaktadır. İstanbul’u ziyaret eden yabancıların gerçek dışı bilgileri kitaplarına kaydetmeleri, onları fahiş hatalar yapmaya sürüklemiştir. Bon’un iddiası böyledir. Bu tür adamların, Osmanlı haremi hakkında verdikleri hükümler, yaptıkları resimler, yazdıkları kitapların hayal mahsülü olduğu vakıadır. Padişahın özel hayatını eş ve çocuklarıyla sürdürdüğü harem, kurumsal yapısıyla imparatorluğun bürokratik merkezini de oluşturmuştur ki, bu husus iddia sahiplerince sürekli dile getirilmiş, yerli yazarlar da bunlara uymuşlardır.
 
Not:
İlgili çalışma için Sn. Yrd. Doç. Dr. Muammer Ulutürk' e teşekkür eder çalışmalarında başarılar.
 
KAYNAKÇA:
 
- Abdülkerim Özaydın, “Harem”, DİA, c. 16/132-135
- Mehmet İpşirli, “Osmanlı Devleti’nde Harem”, DİA, c. 16/135-138
- M. Çağatay Uluçay, Harem II, AKDTYK Yay., Ankara, 1971
- Ahmet Akgündüz, İslam Hukukunda Kölelik-Cariyelik Müessesesi Ve Osmanlı’da Harem, İst., 2000
 
1 Bkz., Stanley Mayes, Sultan’ın Orgu, Çev.: M. Salim Spatar, İletişim Yay., İst., 2000.
2 Bkz., Ottaviano Bon, The Sultan’s Seraglio, Sagi Books, 2001
3 Bkz., Norman Mosley Penzer, Harem, Çev.: M. Doğan Şahiner, Say Yay., İst., 2000
4 Bkz., Aubry de La Motraye, La Motraye Seyahatnamesi, İstiklal Kitabevi, İst., 2007
5 Bkz., Leslie P. Pierce, “The Imperial Harem: Women and Sovereignty in the Ottoman Empire”(Harem- i Hümayun: Osmanlı İmparatorluğu’nda Hükümranlık ve Kadınlar), Çev.: Ayşe Berktay, TVY. Yay., İst., 2010
6 Ahmed Akgündüz, Osmanlı’da Harem, Timaş Yay., İst. 2010