Gelenek, Görenek, Anane' de Baklava Nedir?
 
Âmin Alayları Ve Hatim Merasiminde Baklava
 
Âmin alayları çocukları eğitim hayatına adım atarken kendilerini iyi hissetmelerini sağlayacak, onlara başlangıç enerjisi verecek çocuğun çocukça oluşu örselenmeden bir disiplin altına girişini zevkli hale getirecek bir etkinlik olarak tarihimizde dikkate şayan geleneklerden biridir.482
 
Âmin alayları yanı sıra çocuğun ilköğretim süreci boyunca “hatim merasimi”, “mekteplik seyirler”, “hafızlık cemiyeti” ve “ketebe cemiyetleri” gibi başka faaliyetleri de bulunmaktaydı.
 
Mektepte eğitimine başlayan çocuk, ebcedi veya namaz surelerini bitirdiği “Ve’d-duha” suresine geldiği zaman hocaya hediyeler götürülürdü. Burada şöyle bir eğlenceli gelenek de vardı:
 
Öğrenci okumada ilerleyip “inşirah” suresine geldiği gün, son ayetin son kelimesini (ferğab) söyler söylemez hoca: “al fesini sen kap!” deyip çocuğun başından fesini kapar, eve başı açık yollardı. Babanın hocaya, okul hademesine, kalfalara bahşişi karşılığında öğrencinin fesi geri verilirdi. 
 
Çocuk, Kur’an-ı Kerim’i baştan sona kadar okuyup bitirdiğinde hocası tarafından ailesine haber verilirdi. Son sayfaya geldiğinde orada birkaç gün ağırdan alınır, çocuğun ailesi de hazırlığı bitirirdi.
 
Genellikle perşembe günleri çocuk süslenir, hocasına bir tepsi baklava, bir kat çamaşır, bir kat elbise, kalfasına sırmalı çevre, bir miktar para götürülürdü. Çocuk Kur’an’dan geriye kalan kısmı törene katılanların huzurunda okur, biter bitmez, önce hocasının, sonra babasının ve diğer gelenlerin ellerini öper, talebelerden biri tarafından aşr-ı şerif okunur. 
 
Hoca bir dua eder, mektep talebelerine helvalı ekmek dağıtılırdı. Bu ekmeklerden hiç olmazsa birer lokma yemek sevap sayılırdı. Artan ekmek okunmuş-sevaplı denilerek akrabalara gönderilirdi. Bu törende varlıklı ailelerde babanın çocuğa bir tarla veya bahçe bağışlaması geleneği de vardı.483
 
Âmin alaylarının manevi bir önemi vardır. Bu duyguyu yaşayanların hayatı boyunca unutamadıkları birkaç olaydan biri olduğu anlaşılmaktadır. Bu durum pek çok şair ve yazar tarafından daha sonra yazdıkları anılarında belirtilmiştir. Bunlardan biri de Aziz Nesin’dir. Aziz Nesin’in Âmin Alayı ile ilgili anısı, bu manevi önemi çok güzel yansıtmaktadır. Mahalle mektebine başladığı dönemi anlattığı “Fergap, Fesini kap” başlıklı kısımda bu husus şöyle anlatılmaktadır:
 
Bir gün “elem neşrah leke”yi okuyordum. .....son ayeti söylerken, -”Ve ila Rabbike fergab” der demez, birden başımdaki fes havalandı. Aman bizim fes elden gidiyor, uçuyor... Bir de baktım havaya, fesim, Hoca’nımın sopasının ucunda... Nasıl da oturduğu yerden, sopanın ucunu, başımdaki fesin püskül ibiğine takıp kaldırdı fesi? ...
 
Hoca’nım, ben, “Fergap” der demez,
 
-Fergap, fesini kap! deyip başımdan fesi kapıp aldı. Neye uğradığımı şaşırdım. Korktuğumdan, utancımdan fesimi isteyemiyorum da... Şimdi eve gidince annem kıyameti koparır... Hoca’nım aldı desem, inanır mı? O zaman bana bir fes daha alınması, şimdiki zamanda bir eve möbleli pikap alınması, gibi bir şey...
 
Ağlaya ağlaya eve geldim. Ağladığımı görsünler istemez, hep gizli gizli ağlardım. Onun için de babam, arkadaşlarına,
-Beni m oğlan hiç ağlamaz! derdi.
-Eve yaklaşınca, yüzümü gözümü sildim. Anneme çekine çekine,
-Hoca’nım fesimi aldı anne... dedim.
 
Annem,
-Maşallah, maşallah!... oğlum “Fergap”a gelmiş ... diye sevinçle beni sevip, öpüp okşadı.
 
Töre öyleymiş, çocuk Kur’an okumayı öğrenip de İnşirah suresini okurken “ Fergap dedi mi, hoca da, “ Fergap, fesini kap!... der, çocuğun fesini başından alırmış. Böylece çocuğun yetiştiği anne babaya bildiriliyor. Şimdiki sınıf karneleri gibi bir şey... Bir tepsi börek yada baklava götürülür, hocadan fes eri alınırmış.
 
Annem, bir tepsi börek yaptı. Hoca’nıma götürdü;
 
ben de fesimi geri aldım. Annem bir tepsi baklava götüremediği için çok üzülmüştü; bu üzüntünün ne demek olduğunu, şimdi kendi çocuklarıma anlatamam ki...484
 
Hüseyin Rahmi Gürpınar da bununla ilgili bir komik anısını aktarmıştır. Hüseyin Rahmi dokuz yaşındayken ilk orucunu tuttuğunda, komşuları Mustafa Paşa’nın hanımı ona ödül olarak koca bir tabak baklava yollamış ve ninesi de bir mecidiye vermiş. Hâlbuki kendini tutamayıp gizlice köfte, pastırma, reçel ve hoşaf yemiş, dadısı onu yakalayınca da rüşvet olarak mecidiyenin yarısını ona vermiştir.485 Hüseyin Rahmi’nin anılarında bu konuyu anlattığı bölüm şöyledir:
 
....İlk orucumu, dokuz yaşında tuttum. Bu da ömrümde hiç unutmayacağım günlerden biridir. Oruç, ben yaşta çocukların işlenmesine dayanamadıkları büyük bir sevaptı. Eğer bir gün tutmaya dayanabilirsem Hacı Ninem, büyükbabamın anası, bu orucu benden bir mecidiyeye satın alacaktı. Çünkü küçüklerin oruçlarının büyüklerinkinden daha makbul olduğunu söylüyorlardı...
 
O akşam orucumun şerefine iftarda çerkes tavuğu, kaymaklı güllaç vardı. Hacı Ninem özel dolabından bir kutu devai misk çıkarmış, bitişik Mustafa Paşa’nın hanımefendisi, orucumun sevabına katılmak için bana ödül olarak kocaman bir maden tabakla ince has baklava göndermişti...486
 
Nişan ve Düğünlerde Baklava
 
Düğün merasimleri ve buna bağlı olarak icra edilen kına geceleri vb. etkinlikler kültürümüzün önemli parçalarındandır. Her yörenin kendine has adet, gelenek ve görenekleri vardır. Etkinlikler farklı olsa da bu gibi faaliyetlerde ortak noktalardan biri olarak “baklava” karşımıza çıkmaktadır. Ülkemizin çeşitli yörelerinden örnek vermek gerekirse:
 
Mesela Kütahya’da kına gündüz veya gece olur. Zerdeli pilav ikram edilir. Düğün sahibi kapı kapı gezip herkesi düğüne çağırır. Kütahya’da herkes düğün evine elinde bavullarla gider. Gelinle birlikte oğlanın ve kızın yakın çevresi yeni gelinler ağır elbiselerini giyerler. Kayınvalide gelinine “ağırını giy emi” der. 
 
Bu geline verilen değeri gösterir. Akşam, geceden sonra kızın yakınları toplanır. Et yemekleri, sarmalar, yapılır. Kayınvalide, oğlan evinin çok yakınları kızın saçına eline ayağına kız kınası yakarlar. Ertesi gün gelin dinlendirilir. Oğlana da oğlan kınası hazırlanarak bahçede kına yakılır.
 
Kınalarda sinide nohutlu pilav ve yanında zerde olur. Bazı düğünlerde zerde pilavın yanına değil üstüne dökülür. Çorba olarak mercimek çorbası verilir. Kınada gözleme ve haşhaşlı pide de ikram edilir.
 
Kız da kına gecesi arkadaşlarına haşhaşlı lokum, yaprak sarması, helva ikram eder. Oğlan evi kız evine tepsiyle çerez, sakız ve şeker getirir. Kız gidince yemek verilir.
 
Kız annesinin evine gelince ve gelin erkek evine gidince sofra kurulur. 
 
Sofranın içeriğinde şunlar bulunur:
 
Yoğurtlu çevirme, düğün, arpacık, pirinç, süt, kırmızı mercimek çorbaları; Kütahya güveci, haşlama et yemeği; pilav, bulgur; su böreği, etli yaprak sarma, kaymaklı baklava, irmik helvasıdır. Kütahya’ da ve bazı ilçelerinde keşkek özel günlerin vazgeçilmez yemeğidir. Kuzu etinden göveç, peynirli su böreği, biber dolması, ev baklavası mutlaka olur. İçecek olarak ayva, elma, vişne, kiraz, kızılcık, kayısı, erik ve üzüm hoşafı ikram edilir.
 
Eski zamanlarda gelin almada yöresel kıyafet olan tefebaşı ve elmaslı taçla fes gibi giyilirdi. Çağa uyumdan dolayı beyaz gelinlik yeni adet olmuştur.
 
Gelin geldikten bir saat sonra kız evi ellerinde baklava, kuzu budu, fırınlanmış tavuk, gelin çöreği (cevizli), cevizli haşhaşlı çörek ve benzeri yiyeceklerle gelir. Bunu oğlanın sağdıçları yerler. Oğlan evi de misafirlere düğün çorbası, göveç ve pilav verir. Gecesi oğlan evi yakınları kalır. Yatsı namazından sonra güvey salma olur. 
 
Kayınvalide gelinin gireceği eşiğe; uysal olsun diye kuzu postu yayar, nesli bol olsun diye testi kırar, dili tatlı olsun diye kapıya bal sürer.
 
Damat annenin sözü dinlesin diye kayınvalidenin bacağının altından geçer. Evliliğin ertesi günü kayınvalidenin paçası, şalvarı yırtılır. Oğlan evi kuzu budu, gelin çöreği, baklava, pilav, göveç, çorba ikram eder. Betli bereketli sevgili saygılı olsun diye gelinin başından darı, bozuk para, şeker atılır.487
 
Başka bir yörede, Osmaniye Halk Kültürü’nde ise durum şöyledir:
 
Ailelerin önce kadınları tanışır, kızın annesi durumu eşine açıklar, o da uygun görürse bir gün belirlenir, bu sefer de ailenin erkekleri tanışır sonra bir gün belirlenir kız istemeye gidilir, bu isteme olayı genellikle akşam olur. Oğlanın ve kızın annesi, babası, kardeşleri, en yakın birkaç akraba ve birkaç arkadaşın olduğu bu gecede kız, babasından; Allah’ın emri, peygamberin kavli ile istenir, kız verilir, getirilmiş olan baklava ikram edilir, ağız tatlısı da denilen küçük tatlı yenir, kıza ve oğlana söz yüzüğü takılır. Eğer ailenin maddî durumu iyi ise kıza daha başka takılar da takılabilir.
 
Eskiden kız tarafının kızlarını vermeye gönüllü olduğu biliniyorsa kız istemeye lokum, şekerleme veya baklava ile gidilir, kız verilince götürülen lokum ya da tatlı yenilir buna “ağız tatlısı” denilirdi.488
 
Akdeniz bölgesinde başka bir yer olan Burdur ve Teke yöresinde ise düğün geleneği şöyle devam etmektedir:
 
Gelin, güveyin odasına girerken kapının dışına bir sofra bezi serilir. İç tarafı bohça biçiminde dürülür, uç açılır. Bunun anlamı “Sofran bir ömür boyu burada açılsın, burada kapansın.” demektir. 
 
Gelin ve damadın geçimlerinin güzel olması için ağızlarına bal verilir. Gelin, attan indirilirken hamur teknesi üzerine indirilir.
 
Gelin ve damadın alnına kesilen kurbanın kanı sürülür veya damat ve gelin, bu kanın üzerinden atlatılır. Eve girerken bozuk parayla karışık şeker atılır. Eşikte gelinin kucağına küçük bir erkek çocuk verilmesi, onun ilk çocuğunun oğlan olması ve soyunun devam etmesi dileğiyle ilgili bir inanıştır. 
 
Bazı köylerimizde kapı eşiğinde gelinin üstünden bulgur, buğday saçılır. Böylece gelinin eve uğur ve bereket getireceği inancı düşünülmektedir. Gelin, oğlan evine girince evin kapısına yağ sürülür. Böylece gelinin yağ gibi geçineceğine, dirlik düzenin bozulmayacağına inanılır. Gelin, oğlan evindekilerin ellerini öper. Bu arada gelin ve damada şerbet ikram edilir. Şerbeti ikram edene damat, bahşiş verir.
 
Daha önceden kız evinde pişirilmiş tavuk, katmer ve bir büyük sini baklava gelinin arkasından oğlan evine gönderilir. Damadın arkadaşları ve oğlan evinin misafirleri âdet üzere bunlardan yerler. Bu baklavaya “gelin baklavası”, “güvey baklavası” denilmektedir. Evlerde yapılan ve kıvamında pişirilmiş baklavalar için söylenen “güvey benizli” deyimi buradan kalmıştır. Eskiden köylerde gerdek gecesi, damattan tatlı istenirdi. Bacadan bir bakraç sarkıtılır ve damat bu bakraca tatlı koyardı. Şimdi aynı işlem, kapıdan yapılmaktadır.
 
Gerdek gecesinin sabahı, damadın yengesi, teyzesi ve halaları gelirdi. Gelin onlara baklava, katmer ve çay ikram ederdi. Öğleden sonra ise sadece hanımlar arasında “gelin yanı” denilen bir eğlence düzenlenirdi.489
 
Hatay’da da düğünün ertesi günü gelini yeni evinde yapılan bu toplantıya “zini” adı verilen bir baklava yapmak adet olmuştur. Sadece kadın ve çocukların katıldığı bu törende gelin ortaya oturtulur, davetliler de onun etrafında çalıp söylerler. O gün için başına işlemeli, kırmızı bir yemeni örten gelinin sırtında yöresel kıyafetler vardır. Eğlencenin sonunda toplantıdakilerin en yaşlısı gelinin yemenisini acar ve tören gelinin oynatılmasıyla sona erer.
 
Kütahya’da sünnet çağına gelmiş olan çocukların düğünlerinde yine yörenin âdetleri gereği takım yemek olarak düğün çevirme çorbası, et göveç, pilav, ev baklavası gelen misafirlere ikram edilir.490
 
Gezek Kültüründe Baklava
 
Türk milli kültürünün nesilden nesile aktarılıp günümüze kadar gelmesinde önemli bir unsur sohbet geleneğidir. Aynı zamanda Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminden beri İslam kültüründe de var olan sohbet geleneği sayesinde, hayatın acı tatlı tüm olayları paylaşılmaktadır. 
 
Yukarıda ifade ettiğimiz gibi Anadolu’nun pek çok yöresinde yarenlik, seymenlik, gün, gezek gibi isimler altında, hem erkekler hem de bayanlar arasında bugün hala canlı bir şekilde yaşayan sohbet kültürü odaları, aynı zamanda birer eğitim yuvalarıdır. İnsanlar bu eğitim yuvalarında büyüklere saygıyı, küçüklere merhameti, oturup kalkma adabını, sofra adabını, söz verilmeden konuşmamayı, büyüklerin yanında nasıl davranılacağını vs. öğrenmektedir. Kısaca bu sohbet odaları, birer “hayat mektebi”dir.
 
Mesela, Kütahya’da gençlerin yetişmesi, eğitilmesi ve sosyal hayata adapte olmasında büyük yararı olan faaliyetlerden biri “Gezek” tabir edilen etkinliklerdi. Gezeklerin katı kuralları vardır.
 
Toplantıya geç kalınmaz, bir anlatım esnasında lafa karışılmaz, türkü söylenmeye başlandığında sessizlik hâkim olur, yer minderlerinde ve sedir denen 15-20 cm yükseklikteki yerlerde rahatça oturulduğu için hemen ayaklar toplanır, diz çökülür ya da bağdaş kurulur, sigara içilmez.
 
Bu kurallar çiğnendiğinde de Gezek Başı’nın uygun gördüğü ceza uygulanır. Kişi zengin ise uzak bir çeşmeden su getirmesi, fakir ise, iki tepsi baklava getirmesi istenirdi.
 
TRT sanatçısı Mustafa Hisarlı’nın babası meşhur Hisarlı Ahmet’ten naklen anlattığı baklava ile ilgili hikâyecik şöyledir:
 
Yemek faslı başlar, tez canlı birisi dayanamaz baklavadan bir samsa atar ağzına. Bir de ne görsün! Tat yerine ağzında berbat bir şey hemen kaş göz işareti evin delikanlısı uzak bir çeşmeden su getirmesi bahanesiyle uzaklaştırılır, baklava yok edilir. Delikanlı geldiğinde de “çok güzel olmuş sana bırakmadık” derler. 
 
Toplantı sonu evin hanımı şerbet tenceresini dolu görünce iş işten geçmiştir artık. Eşinin de bu olaydan haberdar olmadığını anlar. Konukların bu zarif hareketi onu mahcup etmiştir. Hatasını düzeltmek için daveti hemen tekrarlamak ister. 
 
Sosyal ilişkilerde buna benzer daha nice güzel olaylar. İşte delikanlıların güngörmüşlüğü, yani hayat hakkında bir şeyler bildiği hele hele de askerliğini yapmış olması; genç kızların da “Kızlar içi’nde” yetişmeleri. Bu gezekler gençler üzerinde olumlu izler bırakması açısından çok önemlidir.491
 
Ülkemizin çeşitli yörelerinde, özellikle kırsal kesimlerde, kadınlar ya da erkekler arasında çeşitli faaliyetler düzenlenmektedir. Baklava bu eğlencelerinde olmazsa olmazlarındandır. Mesela Burdur civarında kendine özgü müziği, yüzük oyunu ve diğer oyunlarıyla meydana gelen; özellikle kış günlerinde, erkekler arasında yapılan geleneksel eğlenceler buna örnektir. Ziyafete katılacak kişiler, birbirleriyle uyumlu arkadaşlar olmalıdır.
 
“Ziyafet gezilecek, filan evde toplanılacak.” diye önceden haber verilir. Bu ilk toplantı, karar almak içindir. Önce, gün kararlaştırılır sonra ilk ziyafetin sahibi, kura ile belirlenir. Kişilerin toplamı yedi, dokuz, on bir, on üç gibi tek sayılı olur. Bunlar iki gruba ayrılır ve iki başkan (erbaş), birer yardımcı ve bir muhasebeci seçilir.
 
Bir kişi ev sahibi olunca iki grup eşit kişilerle (8-8 gibi) oyunlara katılır. Alınan kararda ziyafet, akşam yemeği ile başlar. Yemek, “takım” olur. Çorba, çekme, baklava, ceviz ezmesi vb. hazırlanır. Bazı ziyafetler, yemeksiz de olabilir. Herkes yemeğini yedikten sonra toplantıya katılır. Bu tür ziyafetlerde gecenin geç saatlerinde, genellikle gece yarısından sonra bulgur aşı veya erişte pilavı, turşu, tatlı yenilir.492
 
Kütahya’da hemen hemen her mahallede var olan ve büyük ilgi gören mahalle fırınları son birkaç yıla kadar yaşamıştır. Bu fırınlarda ev hanımları ev ekonomisine destek olmak için haftada bir ya da on beş günde bir, belirli bir sırayı takip ederek evde hazırladıkları hamuru fırına götürürler. 
 
Bu fırında ekmek, pide, lahmacun, börek, haşhaşlı lokul, mantı, baklava, şeker pancarı gibi yiyecekler pişirilir. Ekmek bir saatte pişer.493 Bu arada mahalle sakinleri birbirilerinin ve ailelerinin son durumları ile ilgili bilgi alışverişinde bulunur, birbirilerine içlerini döküp rahatlarlar ki, bu toplantılar bir tür sosyal ve psikolojik terapi seansı gibidir.
 
Ramazan Ayı Ve Bayramlar'da Baklava...
 
Islam Kültürünün en önemli zaman dilimi, on bir ayın sultanı Ramazan ayıdır. Yine İslam kültürünün ve belki de dünyanın toplu katılım ve birlikte kutlama açısından en büyük organizasyonları Ramazan ve Kurban bayramlarıdır.
 
Türk kültür tarihi incelemelerinde görülür ki, asırlardır büyük bir manevi değer atfedilerek kutlanan bu bayramların önemli figürlerinden biri tatlıların sultanı baklavadır. Edirne’den Ardahan’a, Giresun’dan Muğla’ya kadar Anadolu’nun her yöresinde, kültürüne, iklimine, elindeki ürünlerden oluşan malzemesine, ekonomik durumuna uygun Ramazan yemekleri yapılır. 
 
Ramazan’a hazırlık olarak evlerde temizlik yapılır, mutfak dolapları Ramazan erzakı ile doldurulur. Özellikle hoşaflık kuru meyve, pilavlık pirinç, bulgur, erişte ile tereyağı ve peynirlerin en iyisi önceden seçilerek alınır.
 
Mesela Kütahya’da hanımlar Ramazan hazırlığı olarak, müsaitse evinde saç üzerinde, değilse mahalle fırınında sıraya girer, yufka yaparak bunları büyükçe bir bohçaya sarıp muhafaza ederler. Ramazan’da sahurda erken kalkarak, bu yufkalardan kapama, börek, tirit ve cevizli yufka tatlısı yaparak kullanırlar. Sahur’da yufkadan yapılan yemekler yanında genellikle haşhaşlı gözleme, uzun süre insanı tok tutması bakımından revaçta olan bir yemektir.
 
Genellikle sahurda yufkadan yapılan peynirle veya kıymalı kapama, gözleme, ıspanaklı şibit ve tiritlerden başka çeşitli yemek olarak pilavlar veya evlerde hazırlanmış erişte de denilen makarna çeşitleri pişirilir ve hoşaflar eşliğinde yenilir.
 
İftar yemekleri de Kütahya’da ayrı bir özellik taşır. Top atışı ile iftar başlar. Sofra başında hazır bekleyen aileler önce orucu açarlar. İftar yemeği mutlaka çorba ile başlar. Kütahya’da Ramazan’ın ilk günü Tutmaç denilen kesilmiş hamurdan yapılan çorba ilk Cuma günü de mercimek çorbası pişirilir. İkinci yemek genellikle et yemeği olur. Bu veya bunun gibi bir et yemeği yenilmesinden sonra pilav ve su böreği yenilir. Baklava veya diğer tatlılar takip eder. Tatlıların üzerine de baskılık denilen yaprak sarması yenilir.
 
Ramazan öncesi yufkalar hazırlanır. Bu yufkalardan tatlılar ve börekler yapılır. Böreklik yufkalar saçlarda kızartılır. Yenileceği zaman ıslatılır. Arasına peynir ve maydanoz konur, Yufkalar tatlı olarak da ıslatılarak arasına ceviz konur, kızartılır, üstüne şerbeti dökülür.494
 
Bayram telaşı Ramazan ayının son haftasında başlar. Bütün evler arife gününe kadar temizlenmiş olur. Büyüklerin bayramda giyecekleri çıkarılır, ütülenir, çocuklar için bayramlık alışverişi yapılır. Misafirler için şeker ve çikolata alınır. 
 
Bayram günü yemeğe bırakılacaklar için yemekler hazırlanır. Arife gününe pek iş bırakılmaz. Arife günü yıkanmanın sevap olduğuna inanıldığı için ailece yıkanılır. Arife günü ikindi vaktinden sonra kabirler ziyaret edilir. Arife günün en büyük iş bayram tatlısı hazırlamaktır. Komşular bir araya gelip baklavalar hazırlanır.
 
Nişanlı olanlar ise ramazan bayramında giyilmek üzere bohçalar hazırlar. Erkek tarafı kızın giymesi iç çamaşırından çorabına kadar bir kat giysi yanında bir tepsi baklava gönderir. Kız tarafı da oğlana bayramlık bir kat giysisi bohçalar gönderir.495
 
Osmaniye’de ise, Ramazan ve Kurban Bayramlarında daha önceden baklavalar, börekler ve bayram yemekleri hazırlanır. Konuklara kahve, şeker, tatlı ikram edilir. Nişanlı kişiler var ise karşılıklı hediyeleşme yapılır. Kurban Bayramı’nda oğlan evi kıza boynuzlarına bilezikler takılmış, süslenmiş bir koç gönderir, kız evi de bir tepsi baklava ve hediyeler ile karşılık verir, bunlar yapılmaz ise bereketsizlik olur inanışı vardır.496
 
Burdur bölgesinde ise bayram yemeklerine “siyret yemeği ya da çokeşme” denilmektedir.
 
Bir ay boyunca oruç tutan Burdurlular, bu kutsal ayın sonunda yaşanacak olan bayramın hazırlıklarına on beş gün öncesinden başlarlar. Evlerin temizliği, bayramlık kıyafetlerin alınması, bayramlık baklavanın ve su böreğinin hazırlanması özellikle köylerde bayram ekmeğinin hazırlanması gibi işler öncelikli olarak gündeme gelir.
Bayramın özel yiyeceği olan tatlılar arife gününden iki üç gün önce yapılır. Genellikle baklava, sarıburma (sarığıburma), oklavadan çekme tercih edilir. 
 
Günümüzde yapılması gelenek haline gelmiş olan bayram tatlıları için komşular bir araya gelip birbirlerine yardım etmektedirler. Bu olaya “baklava açma”, “tatlı açma”, “zini açma” denilir. Baklavaya “zini” (sini) de denilir. Baklavanın kesilmesinde tecrübeli olmak gerekir. “Tavan göbeği”, “buğday başağı” denilen baklava kesimini herkes beceremez. Baklava için her evin kalaylı bakır tepsileri veya sinileri vardır. Arife günü, baklavaların “şerbetleri” dökülür. 
 
Şerbetin kıvamının ayarlanmasında tecrübeli olmak gerekir. Şerbet, kısık ateşte yavaş yavaş kaynatılır. Genelde orta büyüklükte bir tepsi için üç kg. şeker harcanır. Tarif isteyene “el ayarı, göz kararı” denilir. Köylerde ailelerin ekonomik durumlarına göre cevizli ekmek, çanak ekmeği, çorba, kuru fasulye, sarma, börek, sütlaç, baklava, kadayıf hazırlanır.
 
Bayramlarla ilgili olan törenler, bayram namazının kılınmasının sonrasında başlar. Bayram sabahı erkekler, bayram namazı için camilere giderler. En gencinden en yaşlısına kadar bütün erkekler, bayram namazını kılar ve namaz çıkışı birbirleriyle bayramlaşıp evlerine dönerler. Evlerde büyüklerin elleri öpülür, “Bayramınız mübarek olsun; nice bayramlara; Allah çok bayramlar göstersin.” gibi dileklerde bulunulur.
 
Köylerde, bayram namazından çıkan cemaat, topluca köy mezarlığına giderek dua eder. Topluca yapılan duanın ve ziyaretin ardından buraya gelen kişiler en yaşlısından en gencine doğru yol boyunca sıraya dizilerek bayramlaşır.
 
Gölhisar’da arife günü öğle namazından sonra mahallenin çocukları, merkezi cami avlu ve önlerinde “çörek toplamak” için toplanırlar. Camilerden çıkanlar, çocuklara para ve şeker verirler. Öğle ve ikindi namazları arasında ise mahallenin kadınları, çocuklara yemeleri için bisküvi, lokum, şeker, helvaekmek dağıtırlar. 
 
İl merkezinde bayramlaşmaya gelen ziyaretçilere baklava, sarıburma gibi tatlılar ile su böreği ikram edilir. Bayram geceleri yakın akrabalar birbirlerine yemeğe giderler.
 
Bucak’ta, eskiden Ramazan ve Kurban Bayramlarının ilk günü bayram namazını kılan erkekler, mezarlığı ziyaret ettikten sonra, evlerinde arife gününden hazırlanan yemek ve tatlıları (çanak ekmeği, börek, baklava vb.) camiye getirirler; fakirlerle birlikte bunları yer içerlerdi.
 
Karamanlı ilçesinde Ramazan ve Kurban Bayramlarının ilk günü, öğle namazını cemaatle kılan erkekler, evlerinden birer tepsi baklava ve börek alırlar ve toplu halde tekbir getirerek mezarlığa giderler. Ağaçların altında otururlar, fakirlerle birlikte bu börek ve baklavaları yerler. Birlikte dualar ettikten sonra evlerine dönerler. Bu bayram yemeğine “siyret yemeği” denilir.497
 
Ramazannamelerde Baklava
 
Ramazan ve bayramlar denince akla gelen başka bir önemli husus da “Ramazanname” denilen manilerdir. Amil Çelebioğlu bu manileri Ramazan-name adlı eserde toplamıştır.
 
Ramazan Osmanlı döneminde aynı zamanda yeniçerilere baklava dağıtıldığı bir aydır. Bu durum da manilere girmiştir. Ramazanın on beşinden sonra artık ayrılığın yaklaşmakta olduğu hissedilir. Onbeşinde askere baklava çıkarılır.
 
Bu gece onaltı sayı Gidiyor Ramazan ayı Yeniçeri padişahtan Aldı bugün baklavayı498
 
Minarelerde kandiller yakılması, camilerde mahya kurulması, güllaç baklavasının yenilmesi, şekerden ağaçların yapılması, bilhassa fakirlere yardım ve alakanın artması, dargınların barışması gibi beşeri ve dini hususiyetlerin kendini daha çok hissettirmesi hep onbir ayın sultanı Ramazanda olur.
 
Reçeller Faslı’nda İstanbul’un çeşitli semtlerinin meşhur yiyeceklerinden bahsedilir. Ayasofya’nın çöreği, Hocapaşa’nın simidi zikredilmiş, iftarda baklava ve böreğin vazgeçilmez lezzetlerden olduğu bilhassa vurgulanmıştır. 
 
Şöyle ki:
Ayasofya’dan al çörek Lâzımdır baklava börek Hocapaşa’nın simidi İftarda bulunmak gerek499 Yine aynı fasılda, zeytin, Girit Balı, Çorlu peyniri, yumurta salatası ifadeleriyle yiyecekleriyle öne çıkan beldeler vurgulanırken, baklava çeşitleri de zikredilmiştir. 
 
Örneğin;
Zeytun ile Girid balı Nâziktir Çorlu kaşkavalı Yumurtanın salatası Baklavanın başka hâli500
Taamlar Faslı’nda iftar sofrasındaki yemekler anlatılırken
Türk-İslam kültüründe kutsal sayılan, yere atılmayan, yerde gördüğünde yüksek bir yere kaldırılan ekmeği cümle nimetlerin başı olarak zikretmekte, hemen her evde bulunabilen keşkek yemeğini ise fakirin katığı olarak görmektedir. Samsa baklavası ya da böreği şöyle geçmektedir:
 
Cümlesinin başı ekmek Garip yiğit harcı keşkek Yağlı lokum samsa börek İftar vakti yenir tek tek501
 
Davulcuların iftarının anlatıldığı “davulcu iftarı faslı”nda ise baklava börek ile birlikte zikredilir. Ramazanların en mühim sembollerinden olan davulculara, bazen sahurda iyi çalıp uyandırdığı için ödül, bazen de daha iyi çalması için teşvik olarak iftar yemeği verilirdi. Eski devirlerde Anadolu’da “sofrada iyi yiyen, tarlada iyi çalışır” düsturuna inanılırdı. Aşağıdaki dizeler bahsedilen düstura uygun olarak yazılmıştır:
 
Ne sağa ne sola bakar Etmekle yahniyi kapar Baklava ile böreğin Sekizini birden tıkar.502
 
Bekçilerin yemek yemeleri ile ilgili kısmın anlatıldığı “çeşnigir faslı”nda baklava şöyle yer bulmuştur:
 
Sahanları düzdü bekçi Hep yoluyla dizdi bekçi Devşirip peltenin yedi Bademlerin bozdu bekçi Sahanları önüne çekmiş Baklavaya biber ekmiş Bir şişe hardal vermişler Südlaşın üstüne ekmiş503
 
Burada şair tarafından bekçilerin yemek yeme şekli mizahi bir şekilde anlatılmıştır. Bekçi baklavaya biber ekip, sütlaca hardal dökmüştür. Bunu şu şekilde de yorumlamak mümkündür: bekçi yemek yemeyi o kadar çok sevmektedir ki, sahanları önüne çekip kimse ile paylaşmak istememektedir. Bunun için de kimse yemesin diye en sevdiği yemek olan baklava ve sütlacı biber ve hardalla karıştırmaktadır.
 
Ramazanda hangi yiyeceklerin ön plana çıktığının anlatıldığı “Fasl-ı Ramazan” kısmında ise, baklava Ramazana mahsus bir yiyecek olarak betimlenmiştir:
Benim sözlerime gülün Sözü mevsiminde bilin Ramazana mahsus ancak Baklavalık güllaç alın504
 
Güllaç baklavası eski zamanlardan beri Ramazan ayına has bir iftar tatlısıdır. Anadolu’da halen, güllaç aynı şekilde Ramazan’a mahsus olarak yapılmaya devam etmektedir.
 
Fasl-ı Baklava
 
Ramazan-name’de ayrıca sadece baklavanın anlatıldığı “Baklava Faslı” vardır. On beş kıta olan bu şiir de, padişahın yeniçerilere baklava ikram etmesi, baklava alaylarının geçit merasimi, karakullujkçuların giyim kuşamları, yazıcıların heyecanlı duruşu, aşçıların telaşla aralarda gezinmeleri, ocaklıların cebecilerin birbirileriyle yarış içinde baklava tepsilerini kapışmaları, tüm bunları halkın merakla seyr eylemesi anlatılmaktadır. Ayrıca Yeniçerilerin pîri Hacı Bektaş-ı Veli’ye ve Kanuni Sultan Süleyman’a övgülerin yer aldığı şiir baklava için bu güne kadar yazılmış belki de en güzel dörtlükle sona erer. 
 
“Derde devâdır baklava, Câna safâdır baklava” diye biten şiirin tamamı şöyledir:
 
*  Devr eyledikçe mihr ü mâh Hemrâh ola avn-i İlâh Yeniçeri kullarına
*  Baklava verdi padişah
*  Alayını seyr eyledim
*  Gör ki ben bana neyledim Gördüğüm resm-i alayı Sizlere bir bir söyledim
*  Karakollukçular dal fes Ellerinde sırıklar pes Bâb-ı hümâyundan alıp Kışlasına gider herkes
*  Yazıcılar alay düzer Her birin yoluna dizer İki sıra alay alıp Aşçılar arada gezer
*  Bu gece onaltı sayı Gidiyor Ramazan ayı Yeniçeri padişahtan Aldı bugün baklavayı
*  Kuşların miskini yava Bekçinizin işi hava Ramazanın on beşinde Kullara çıktı baklava 
*  Canım seyiri istedi
*  Bekçi de gidelim dedi Vardık Saraymeydanı’na Gördük ki dahi gelmemiş
*  Ocaklılar koşuştular Cebeciler bozuştular Devletimiz izin verdi Baklavayı kapıştılar
*  Seyre durduk sabır ilen Cümlesi gelir alaylan Cümle karakollukçular bile Dal fesli dolama ilen
*  Bu gece sünbüli hava Kuşların miskini yava
*  Kırk gün kırk gece âh itsem Ne börek var ne baklava
*  Söylerim der mektubunu Şâd ola kalb-i mahzûnu Nûr ola kabri ki kurmuş Sultan Süleyman Kanûni
*  Sultan Süleyman yoludur Âl-i Osman gülüdür Yeniçerilerin pîri
*  Hacı Bektaş-ı Veli’dir
*  Bekçiniz hoş adı eyler Beyhûde kelâmı neyler Bekçiniz bir beyit yapmış Baklava hakkında söyler
*  Derde devâdır baklava Câna safâdır baklava Yiyemedim anı doyunca İbret-nümâdır baklava505
 
Ziyafet ve ehl-i keyf konularının işlendiği kısımda baklava şu şekilde geçmektedir:
 
*  Gezme sürünü sürünü Bir gün yüzerler derini Ben yiyem baklava börek Sen ye Kapalufurun’u
*  Çok ararız bu ânı Haylice sürdük safâyı Pek severiz baklavayı Ehl-i keyfe tatlı gerek506
 
Osmanlı toplumunda “ehl-i keyf” olarak ifade edilen lezzet düşkünleri için baklavanın apayrı bir yeri vardır. Ehl-i keyflerin hayat felsefesini pek güzel tarif eden bu dizelerde, baklava börek yerine karafırın ekmeğine talim edenlerin de bir gün öleceği; insanın sağlığı yerinde iken gönlünce yemesi gerektiği; bir gün gelip o günlerin aranır hale geleceği ifade edilmektedir.
 
Taziyelerde Baklava
 
Türk İslam toplumunun insanın hem dirisine, hem de ölüsüne büyük değer verdiğini, kültüründeki töre ve törenlerden anlamak mümkündür. Türklerde İnsanın doğumundan ölümüne kadar bazen ferdi, bazen de tüm cemiyete tertiplenen pek çok özel günler vardır. 
 
Bu günlere verilen değeri yapılan hazırlıklardan da anlayabiliriz. Baklava sadece düğün bayram gibi sevinçlerin yaşandığı faaliyetlerde öne çıkan yiyecek olmayıp; acılı günlerde de aileye destek ve acısına ortak olmak için götürülen yemekler arasındadır. 
 
Anadolu’nun bazı bölgelerinde taziye merasimlerinde helvapide ikram edilmesi yaygın bir adettir. Bazı bölgelerde ise mükellef sofralar kurularak taziye için gelen misafirlere ikramda bulunulur. Her iki halde de maksat ölen kimsenin hayırla yâd edilmesi, onun için hayır dua edilmesidir.
 
Mesela, Kütahya’da cenaze evlerine “eren yemeği” denen yemekler getirilir. Eren yemekleri yakın akrabalar ve komşular tarafından getirilir. Tam takım yemeği olarak çorba, pişmiş veya çiğ tavuk, et, göveç, pilav, salata, ekmek, çay, şeker, börek baklava gibi yiyecekler götürülür. 
 
Kısacası çorbasından pilavına kadar evde yapılan her türlü yemek götürülür. Eren yemeği süresi evin bulunduğu bölgeye göre 7 ve 15 gün arasında değişmektedir. Ölü evinde hamur kabartması, helva, yufka yapılarak dağıtılır. Ölüm ardından dağıtılan ekmek ve helva hazırda alınabilir. Bunun yanında kesme şeker ve çay da dağıtılmaktadır.507
 
Ev sahibinin acısına ortak olmak için masaya hep birlikte oturulur, kendisine destek verilir. Son zamanlarda ise bazı evlerde pide çektirilir, ayran verilir, un helvası veya irmik helvası basılır. Bu ikram ölünün ilk gününde, 7’sinde, 40’ında, 52’ sinde verilir.508
 
Nevruz’da Baklava
 
Türk dünyasının önemli günlerinden biri baharın müjdecisi kabul edilen nevruz’dur. Nevruz kutlamalarında baklava en önemli figürlerden biridir.
 
Kafkasya Türkleri’nde Nevruz bayramında evlerde bayramlık olarak şeker, tatlı, pirinç, baklava vb. şeyler hediyelik olarak hazırlanır, yoksul evlere dağıtılarak onların da sofra açması sağlanırdı.509
 
Anadolu’daki Tahtacı Türkmenleri’nde Nevruz kutlamaları 23 Martta bayram olarak kutlanır. Bu bayram merasiminde aileler beraberlerinde baklava, börek, katmer, rengarenk yumurtalar götürerek karşılıklı ikram edilir.510
 
Azerbaycan ve İran’da Mart ayı, “Temizlik Ayı” olarak kabul edilir. Bu nedenle her evin hanımı, kızı, gelini Nevruz’dan 20-25 gün önce temizlik yapmaya başlar. Evlerin duvarları elden geçirilerek yeniden ahenkle boyanır. Halılar, kilimler, yolluklar yıkanır. Evin tozu alınır, camlar silinir.511
 
Nevruzdan iki üç gün önce sokakların temizliği de önemli bir bayram hazırlığıdır. Bu nedenle mahalle sakinleri ve komşular evlerinin önünün ve sokakların da titizlikle temizlenmesine dikkat ederler.
 
Bu hazırlık aşaması sırasında önceden muhtelif hamur tatlıları yapmak için gerekli malzemeler alınır. Gelen misafirlere ikram edilen bu yiyecekler için bilhassa hanımlar, beylerini oldukça teşvik ederler.
 
Hazırlanan hamur tatlılarının başında Azerbaycan’a mahsus “pahlava” (baklava) “şekerbura”, “şeki baklavası”, haşhaşla süslenmiş “nazik” diye adlandırılan tatlı çörekler gelir.
 
Pahlava, hamur yufka haline getirilir, içerisine ceviz ezmesi veya fındık, badem ezmesi konulur. Geniş tepsi içerisine yerleştirilir, dörtgen formatında kesilerek, ocak üzerinde kızartılıp, sonra üzerine önceden hazırlanmış şerbet dökerek hazırlanan bir tatlıdır.
 
Şeki baklavası, pirinç ezilerek, un haline getirilir, su ile karıştırılır, kevgüreden süzülerek ocak üzerindeki büyük sac üzerinde ince tel halinde pişirilerek hazır hale getirilir, özel bir damalı şekil verilerek, yufka gibi olur. Her katın arasına ceviz ezmesi veya badem ezmesi beş-altı kat dizildikten sonra, büyük tepsiler içerisinde ocak üzerinde kızartılır. Şerbeti dökülerek, servis edilir. Bu sadece Azerbaycan’ın Şeki şehrine mahsus bir tatlı türüdür.
 
Tüm evlerde bu tatlılar mutlaka ve eksiksiz hazırlanır. Biçimlerine göre yıldızlardan esinlenerek yapılan eşkenar dörtgen şeklindeki baklava yıldızı, ayın yarım halinden esinlenerek yapılan yarım ay şeklindeki şekerbura ayı, güneşten esinlenerek daire şeklinde yapılan goğal ve nazik ise güneşi sembolize eder. Baklava ve şekerbura ceviz ve fındıktan yapılan hamur tatlılarıdır. Bu tatlıların Nevruz bayramında yapılması son derece ilginç ve çok eski devirlerden gelen bir anâne olarak dikkat çekmektedir.51
 
Nevruz’da Kabir Ziyareti
 
Helva ve erdekten oluşan bu yiyecekler mezarlığı ziyarete gidenler tarafından kabristana götürülür. Ölen için Kur’an okunduktan sonra bu menü ziyarete giden diğer kişilere ikram edilir. Azerbaycan’da ise kabre gidildiği zaman önceden (2,4,6) adet deste gül ve karanfil alınır. Mezarlığa gidilirken götürülen güllerin çift sayıda olması gerekir. Çünkü tek sayıda olan güller, sadece mutluluk nişanesi olan düğün ve neşeli törenlerde götürülür.
 
Nevruz için özel hazırlanan baklava ve muhtelif tatlılar, kuru ve taze yemişlerle birlikte “Honça” adı verilen tepsiye dizilip kabrin üstüne konur. Sonra Kur’an okumayı bilen bir kişi tarafından Kur’an okunur ve dua edilip geri dönülür. Kabrin üstüne konan bu tepsideki yiyecekler ya kuşlara kısmet olur, ya da orda çalışanlar ve fakirler arasında paylaşılır veyahut ziyarete gelenlerce yenir.513
 
Hacivat Karagöz Oyunlarında Baklava
 
Türk eğlence hayatında en az 500 yıllık bir geçmişe sahip bulunan gölge oyunu Karagöz’de de baklavaya sıkça rastlamaktayız.
 
Karagöz oyununun metinlerinde yer adları, inançlar, gelenek ve görenekler, meslekler ve çeşitli iş kolları, çeşitli sanatsal etkinlikler, eğlence hayatı, oyunlar, giyim, kuşam, süslenme, musiki ve halkın beslenme kültürü ilgili ayrıntıları da bulmak mümkündür. Bu bilgiler sosyal ve kültürel tarih araştırmaları için çok değerli kaynak konumundadır.
 
Başta normal ekmek ve francala adı verilen, özel bir undan yapılmış olan ekmek olmak üzere çorba, işkembe çorbası, balık ızgarası, fasulye yahnisi, keşkek, kıyma, kuru fasulye, musakka, pilav, taskebabı, tatar böreği, yahni gibi yemek adları geçer.
 
Bu yemeklerin yapımında kullanılan soğan, sarımsak, tuz, biber, salça, gibi yemek malzemeleri de sık sık gündeme gelir. 
 
Armut, biber, börülce, dereotu, domates, enginar, erik, fasulye, havlıcan, hindistan cevizi, ıspanak, kabak, karanfil, karpuz, kayısı, kereviz, lahana, limon, maydanoz, nane, nar, nohut, patlıcan, pırasa, portakal, salatalık, sinameki, şalgam, şeftali, tere otu, turp, üzüm, zerdali gibi meyve, sebze ve baharatlar yeri geldiğinde söz konusu edilir. Et, balık pastırma ve sucuk da yemeklikler arasında anılır.
 
Helva, pekmez, peynir, zeytin gibi kahvaltılık yiyeceklerden bahsedilir. Aşure, ballı lokma, ekmek kadayıfı, güllaç baklavası, kadayıf, kurabiye, muhallebi, pasta, revani, sütlaç, dilberdudağı, keşkülüfukara, hanımparmağı, hanımgöbeği gibi tatlılar tanıtılır. Karagöz oyunlarında adı geçen içecekler de şunlardır: kahve, nargile, adaçayı, ıhlamur, ağaç hatmisi, mürver çiçeği, limonata.514
 
Bu oyunlarda Hacivat ve Karagöz, bazen baklavaya bayılan yemek düşkünü, bazen baklava-börek ikilemi ile anlatılan zengin sofralarının eleştirmeni, bazen de bayram, nevruz, hıdırellez gibi özel günlerde baklava yapılması gerektiğinin hatırlatıcısı durumundadır.
 
Atasözleri Ve Deyimlerde Baklava
 
Anonim Türk halk edebiyatının en önemli ürünlerinden olan atasözleri, Türk halkının yaşam biçimini, dünyayı algılayış biçimini, düşünüş tarzını gösterirler. Çok uzun zamanların birikimi olarak nesilden nesile aktarılarak gelen bu atasözleri zamanla halkın ortak malı olmuş, söyleneni unutulmuş, nasihat eden ve ders veren hikmetli, özlü sözlerdir.
 
Atasözleri genellikle mecaz anlamlıdırlar. Az da olsa gerçek anlamlı atasözleri de vardır. Bir yargı bildirirler ve atalarımızın geçmişteki tecrübelerini bize taşırlar. Hemen hepsinde bir öğüt söz konusudur.
 
Baklava ile ilgili çok sayıda atasözü bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şunlardır:
 
“Aç olana acı soğan baklava”; İnsanlardaki biyolojik temel ihtiyaçlara dikkat çekmek için söylenmiştir.
 
“Darı unundan baklava, incir ağacından oklava olmaz” atasözünde ise, kurumsal olarak farklı sonuçlar vermesi muhtemel olan ancak bir psikososyal temelli müdahalelere de gerek duyulan birey davranışlarına vurgular yapılmaktadır. Burada işlevsellik ve sürdürülebilirlik açısından düzenleme ve iş disiplinine uygunluğun ne derece önemli olduğuna vurgu vardır.515 Her işin kendine has araç ve gereci vardır. 
 
O işten sağlıklı bir sonuç alınmak isteniyorsa uygun olan araç ve gereç kullanılmalıdır. Kötü, uygun olmayan araç ve gereçlerle iyi bir şey, kaliteli bir ürün alınamaz.
 
-Bakla değil, vakitsiz baklava olsa yenmez.516 İyi sonuç almak için her şeyin uygun zamanda verilmesi gerekliliği vurgulanmıştır.
 
-Baklavanın üstüne işkembe çorbası içilir mi? Yöntem tercihi öğreticiden öğreticiye değişir. Çünkü “Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır”. 
 
Fakat tek bir yönteme bağlanıp kalmak doğru değildir. “Her sargı her yaraya göre olmaz” diyerek; konusuna, öğrencisine ve okulun şartlarına göre yöntem seçilmesi gereğine dikkat çekilmiştir. Her zaman bir tek yöntemle öğretim yapmak bir bezginliğe de yol açacaktır. Atalar “Her gün baklava yense bıkılır” demişlerdir.517
 
-Hergün baklava börek yense bıkılır. Hep aynı şeyle uğraşmak, usanç verir. Bunlar en güzel şeyler olsa bile.
 
-İtin aklı olsa baklavadan pay ummaz: Hayatın anlamını da ihtiva eden bu atasözündeki döngüsellik baş döndürücüdür. it umar, aklı olsa ummaz, ama it olduğu için aklı yoktur ve ummama gibi bir olanağı da yoktur çünkü aklı yoktur ve it olduğundan bihaberdir ve ite baklavadan pay düşmeyeceğini bilemez, bilmediği için pay umar.
 
-Kurtlu/Bitli baklavanın kör alıcısı olur. Kötü mal satılmaz sanmayın.
 
Ona da iyiyi, kötüyü ayırt edemeyen alıcı bulunur.
 
-Borcun bini aştıktan sonra hergün baklava börek yenir.
-Borç bini aştıktan sonra baklava ye.
-Çavdar unundan baklava olmaz.
-Elin baklavasından bizim baklavamız yeğdir.518
-Evde tarhana çorbası pişiremeyen, alanda baklava yazar.519
-Ferah ile yenirse soğanla ekmek, halt etmiş baklava, börek. -Fırındaki baklavada, kapıdaki köpeğin gözü var.
-Fukaranın işi, baklava yerken kırılır dişi.
-Hoca Nasreddin’in evine baklava gitmiş, sana ne?
-İsteksiz bakla değil, baklava bile yenmez.
-İtin aklı eksiği baklavadan pay umar.
-İtin/Köpeğin ahmağı baklavadan pay umar.
-Kesene elverirse her gün baklava ye.
-Kesesi el verirse hergün baklava börek yesin.
-Kesesine güvenen her gün baklava börek yer.520
-Köylünün yediği bazlama, Ayvaz’ın yediği baklavadan tatlıdır. -Sabaha peynir ekmek bulama, akşamleyin baklava börek gözleme.
 
Asıl anlamlarından uzaklaşarak yeni kavramlar meydana getiren kalıplaşmış sözler olan deyimlerde de baklavaya sıkça rastlamak mümkündür. Deyimlerin çoğu cümle değeri taşımaz ve genel bir hüküm bildirmezler. Bu yönleriyle de atasözlerinden ayrılırlar.521
 
Mesela, “Bir karı bir koca; baklava yer her gece”.522 Gücü sadece belli şeylere yeten kişiler için kullanılan bir sözdür.
 
Hikâyesi şöyledir:
 
Arpa ile buğday asker olmuşlar, trene binip gideceklermiş. Mısır, arkadaşlarını uğurlamaya istasyona gelmiş.
 
Mısır: “Sağlıcakla gidin gelin. Sizin için baklava börek olurum, yokluğunuzu hiç belli etmem” demiş.
 
Buğday hemen itiraz ederek “Sen sağca gel git; gerisini hiç karıştırma” demiş.523
 
Aynı hikâye buğday ve çavdar için de anlatılır. Şöyle ki:
 
Buğday çavdara; “ben gelinceye kadar yerim tut” demiş, çavdar da “baklava börek olayım mı?” deyince, “doğru dürüst saçın üzerinde dur da ince işlere karışma” demiş.
 
Masallarda Baklava
 
Genellikle halkın ürettiği, ağızdan ağıza, kuşaktan kuşağa sürüp gelen, çoğunlukla olağanüstü durum ve olayları yine olağanüstü kahramanlara bağlayarak anlatan halk hikâyeleri olan masallarda, hikâyelerde ve öykülerde de baklava sıkça kendine yer bulmuştur. “Tosbağa Gelin” masalını örnek verebiliriz. 
 
Şöyle ki:
Tosbağa Gelin Masalı
 
Bir varmış, bir yokmuş, Allah’ımızın kulu çokmuş. Zamanında bir padişah varmış. Bu padişahın üç oğlu varmış. Oğlanlar evlenmeye karar vermişler, padişahın huzuruna çıkmışlar, demişler ki:
 
“Baba biz evlenmek istiyoruz.”
“Oğlum; elim uzun, kolum uzun, kimi isterseniz size onu alırım.” “Biz kement atacağız.” demişler oğlanlar.
 
Büyük oğlan kemendi atmış, sağ vezirin evine düşmüş, ortanca oğlan kemendi atmış, sol vezirin evine düşmüş; küçük oğlan atmış, iki kayanın arasında bir tosbağaya düşmüş. Demiş, herhalde benim kısmetim de bu. Almış eve getirmiş. Alay ederler, oğlan der ki:
 
“Benim de kaderim buymuş.”
“Oğlum bu olur mu, sen insansın, bir daha at, nereye düşerse oradaki kızı al.
“Yok, bu benim kaderimmiş.” der oğlan, bir daha atmaz.
 
Tosbağayla evlenir. Bir gün akşam olunca oğlan eve gelir, bakar ki evler, barklar temizlenmiş, yataklar devşirilmiş. Herhalde ben bekârım diye büyük gelinimiz geldi yaptı. İkinci gün bakar ki yine ev pırıl pırıl tertemiz, yemekler yapılmış masa hazır. 
 
Herhalde küçük gelinimiz geldi yaptı, der. Eee bu uzun boylu devam etti. Bunların işi gücü yok, her gün gelip benim evimi mi düşünecekler, hele bugün gitmeyip bakayım, kim yapıyor, der. Bir yere gizlenir. Bakar ki o tosbağa, tosbağa kabuğundan sıyrılır, güzel bir kız olur, işe girişir. Bir peri kızıymış meğerse. Elini, kolunu çemrer (kıyafetini bükerek katlar), işe başlar. Yemekleri hazırlar. Tam tosbağa kabuğuna gireceği sırada şehzade ortaya çıkar, tosbağa kabuğunu ateşe atar.
 
“Benim bunca zaman dünya âleme rezil olduğum yetmiyor mu? Kardeşlerim elli günlü düğünle evlendiler, herkes de benimle alay etti. Padişahın oğlu bir tosbağaya âşık olmuş diye. Sen madem böyle güzel bir peri kızıydın,
 
kendini niye sakladın? Bundan sonra herkes seni bilmeli, tanımalı.”
 
Şehzade babasına haber salar. “O tosbağa, tosbağa değilmiş, peri imiş.” diye. Babası kırk gün, kırk gece toy düğün yapar, bunları evlendirir.
 
Padişah, bir gün gelinlerinin hangisinin daha becerikli olduğunu ölçmek için der ki:
 
“Gelinlerimin her biri bana bir tepsi baklava yapsınlar.”
 
Peri kızı hizmetçisini salar büyük eltisine, hizmetçi der:
 
“Kayınbabasının canı baklava istemiş, hanımım baklava yapacak, bir parça sarımsakla nane varsa istedi.”
 
“Var ama ben koyacağım, bana lâzım.” der.
 
Öbür eltisine de aynı haberi gönderir eltiler, bu peri kızı herhalde güzel bir şey yapacak ki sarımsak ile nane koyuyor, biz de öyle yapalım, derler. Baklavayı yaparlar, üzerine sarımsakla naneyi dökerler. Peri kızı da el çırpar, gaipten bir tepsi baklava gelir. Baklavaları hizmetçilerin başına verir, gönderirler. Padişah büyük gelinin tepsisini açar, içeriye sarımsakla nane kokusu yayılır.
 
“Haneniz harap ola sizin, baklavaya sarımsakla nane koyma da nereden çıktı? Götürün, götürün köpeklerin önüne.” der.
 
İkinci gelinin tepsisini açar, yine sarımsakla nane kokusu yayılır.
 
“Gözünüz avucunuza gelsin.” der. “Baklavaya sarımsakla nane koyulduğu nerede görülmüş? Bunu da götürün köpeklerin önüne.” Köpekler bayram ediyor.
 
Padişah küçük gelinin tepsisini açar, çok beğenir.
 
“Yaşasın küçük oğlumun hanımı.” der. Öbür gelinler kıskanırlar.
 
Padişah bir gün gelinlerini davet eder. Küçük gelin büyük eltisine hizmetçilerini salar. Hizmetçi der ki:
 
“Hanımım kayınbabasının davetine gidecek. Bir eşek veya katır varsa versinler, dedi. Binip gidecek.”
 
“Var ama ben bineceğim” der, büyük elti.
 
Hizmetçi ortanca geline de gelir, der:
 
“Hanımım kayınbabasının davetine gidecek, bir eşek veya katır varsa istedi, binip gidecek.”
 
“Eşek de var, katır da. Birine ben bineceğim, birini de kendisine vereyim, binsin.” der.
 
Bunlar hazırlanırlar. Padişah da has bahçede gelinlerinin merasimle gelişlerini bekliyor. Oğlanları da yanında... 
 
Bakarlar büyük gelin katıra binmiş, geliyor, oğlan, yerin dibine geçer, başını öte tarafa çevirir. 
 
Ortanca gelin de eşeğe binmiş, geliyor. Onun kocası da utanır Karılarına kızarlar. Bu eşeğe, katıra binme nereden çıktı, faytonumuz mu yok, tahtıravallimiz mi yok, diyerek söylenirler. Küçük gelin de bir faytona kara hizmetçileri doldurur, bir faytona beyaz hizmetçileri doldurur; kendi de tahtıravalliye kurulur, merasimle gelir. 
 
Padişah:
 
“Yaşasın küçük oğlumun hanımı!” der. Öbür gelinler yine kıskanırlar.
 
Padişahın evinde akşam yemeği için hazırlık yapılıyor. Etler, nohutlar pişiyor. Peri kızına mutfağa in de yemeklerin tadına, tuzuna bir bak, derler. Bu, mutfağa iner, bir ilikli kemik alır, somurur, somurur, bir sağ avurduna dürter, bir sol avurduna dürter, her yanağında bir Muhammedîye gülü açılır. Büyük gelinler kıskanırlar, sanki biz yapamaz mıyız, derler.
 
Her biri bir ilikli kemik alır, bir sağ avurtlarına dürterler, bir sol avurtlarına dürterler, bunların yanakları al kızıl kanlar içinde kalır. İlaçlarla sararlar, otururlar. Akşam oluyor, peri kızı mutfağa giriyor, ne kadar yemek varsa, her birinden bir tabak eteğine doldurur, pilav mı var, çorba mı var, et mi var, ne varsa...
“Onları ne edeceksin?” diyorlar büyük gelinler. “Aksam padişah gelince elini öpüp üzerine serpeceğim.” diyor. Bunlar da dolduruyor eteklerine yemekleri. Suları akıyor bir taraftan.
 
Akşam olunca padişah geliyor. Büyük gelin geliyor:
 
“Hoş geldin babacığım.” diyor. Eteğinde ne kadar yemek varsa döküyor. Padişahın üstü başı berbat oluyor, ikinci gelin geliyor:
 
“Hoş geldin babacığım.” diyor. Padişahın elini öpüyor. O da eteğinde ne kadar yemek varsa boşaltıyor. 
 
Padişah kızıyor:
“Boynunuz kopa sizin. Yarım aklınız vardı, o da mı gitti?”
 
Banyoya gidiyor, üstünü, başını temizliyorlar. Peri kızı geliyor:
 
“Hoş geldin babacığım.” diyor. Padişahın elini öpüyor.
 
Eteğindekileri saçıyor ki hep altın, elmas, cevahir...
 
Padişah diyor:
 
“Ben padişah oldum olalı hazinemde böyle mücevher olmadı, böyle şey görmedim.”
 
Küçük gelinini takdir ediyor, oğlunu çağırıyor:
 
“Oğlum, ben artık yaşlandım, tacımı, tahtımı sana bırakıyorum.” diyor. Küçük oğlan padişah oluyor. Peri kızı da sultan hanım oluyor.
 
Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine...524
 
Bir başka hikâye ya da masal. Manisa’dan bir örnek:
 
Kadının Fendi
 
Vakti zamanında evlenmeler görücü usulü olurmuş. Şimdi zengin bir adam biraz safmış, biraz da yaşlı. Fakirin de çok güzel bir kızı varmış. Nasıl olsa bu fakir verir bu kızını bize diyorlar. Fakir ya hani her şeyi yapıyorlar. Farz edelim bir şeyler vaat ediyorlar yani. Farz edelim araba alacaklar ev alacaklar bir şeyler yapacaklar. Çeyizini biz yapacağız falan diye. Veriyorlar. Kız da genç on beş, on altı yaşlarında.
 
Öbürü yaşlı...
 
Veriyorlar evleniyorlar aradan zaman geçiyor tabi. Kız artık çağına geliyor aradan epey seneler geçiyor ama. Kızın kadın olduğu zaman şöyle yirmi yaşında yirmi beş yaşında falan. Adam da oldukça yaşlanmış. Kızımızın da tabi istediği birkaç tane dostu varmış.
 
Adam bir gün horoz alıyor eve geliyor. Kadına bir bakıyor kadın örtünmüş de geziyor avluda. 
 
Diyor;
 
“Kadın yahu ne oldu?”
 
Kadın diyor ki;
 
“Eve erkek girdi ya!” diyor. Namuslu ya namahrem! “Eee n’olcek diyor. 
 
Kadın;
 
“Bir şey olmaz. Bana bir horoz görmedik örtü alırsın olur biter diyor. Adam da mesela diyelim Akhisar’a gidiyor bütün manifaturacıları tuhafiyecileri dolaşıyor. Bir yere geliyor bir dükkânda Hacı oturmuş böyle sakallı. Ona soruyor;
 
“Var mı?” diyor.
“Bunu kim istiyor?” diyor adam.
“Benim hanım istiyor. Ben bir horoz aldım.” diyor.
Hacı da “Kardeşim diyor. Senin karı yolsuz; ayağı dışarıda!” diyor.
 
Adam;
“Olur mu yahu sen ne diyorsun!” diye boğazına sarılacak oluyor.
Hacı da;
“Bak ben buradayım. Git karına de ki ben bu örtüyü burada bulamadım mesela İzmir’e gitcem de İstanbul’a gitcem de; ayrıl evden dolaş saklan” diyor.
“Uzaktan bak dikiz et karına; benim dediğim çıkacak” diyor. O da;
“Tamam!” diyor. Kadına gidiyor;
“Ben işte İzmir’e gitcem.” diyor. 
 
Kadın diyor;
“Ne gerek var” falan.
“Yok gitcem!”
Hazırlanıyor çıkıyor evden. Komşulardan dolanıyor tavana geçiyor oturuyor. Şimdi o gitti diye artık senin o horozdan kaçan kadın süsleniyor püsleniyor fıldır fıldır. Komşuya sesleniyor oğlunu bi gönderiversin diye. On yaşında bir çocuk geliyor. O onun habercisiymiş meğerse. 
 
Çocuğa;
“Al şu on kuruşu; git marangoza ‘Hatçe Abla’nın kocası İzmir’e gitti bu akşam on gibi gel.’ de tamam mı?”
 
Çocuk gitmiş kadının dediği gibi marangoza söylemiş böyle böyle. O da geleceğine dair işaret olarak bir oklava veriyor ona. Çocuk gidiyor kadına geri.
“Ne dedi?” diyor.
 
“Gelecek; bu oklavayı sana gönderdi.” diyor.
“Heh!” diyor kadın; hemen oklavayı kapının arkasına dayıyor.
“Git şimdi sen sarrafa.”
Sarrafa da gidiyo çocuk.
“Sarraf amca Hatçe Abla’nın selamı var seni saat dokuzda davet ediyor evine.”
 
“Tamam” diyor sarraf, hemen bir altın veriyor böyle sandık altınlarından. “Selam söyle” diyor. Alıyor o altını kadın hemen minderin altına koyuyor. “Sen şimdi git tatlıcıya.”
 
Çocuk gidiyor tatlıcıya;
 
“Hatçe Abla söyledi bu gece saat onbir gibi geleceksin” diyor. O da bir tepsi baklava gönderiyor çocukla beraber. Onu da dolaba koyuyor.
 
“Git sen oğlum Kuşbazcı Hasan’a” diyor. O birazcık daha kavîmiş herhalde. Gidiyor çocuk bakıyor ki Kuşbazcı Hasan kuş satıyor.
 
“İşte Hatçe Abla’nın kocası İzmir’e gitti...” falan deyince; hemen kuşu kafesiyle beraber;
 
“Al götür git.” diyor. Çocuk alıyor kafesi getiriyor geliyor kadına. Kadın da eve asıyor. Süsleniyor püsleniyor bekliyor; Artık saate bakıyor. Adam da bekliyor tabi saat dokuzda falan ya. Tam dokuza beş kala “dan dan dan” vuruyo kapıyı.
 
“Kim o” diyor kadın.
“Aç karı aç” diyor adam.
“Eyvaahhh!” diyor kadın, başlıyor dudakları silmeye. Baya bir süslendi ya.
“Ne oldu adam neden geldin?” diyor.
“Sorma hanım” diyor. “Treni kaçırdım. Kovaladım arkasından koşturdum. Önüme bir yılan çıktı; o kapının arkasında duran oklava gibi” diyor.
 
Karının yüreğinin yağı “cızzz!” demiş hemen oklava deyince...
 
“İki adım attım arkamı döndüm ne göreyim! Minderin altında duran sandık altını gibi yılanın gözleri parıl parıl parlıyordu” demiş.
 
“Eğer kafesteki kuş gibi kaçmasaydım dolaptaki baklava gibi yiyecekti beni!” demiş.
 
“Vay seni bilmem ne yaptığımın karısı! Diye kapıyor oklavayı. Güm pam dayak sabaha kadar! Kapıya gelen adamlar içerde bir güldür paldır var basıyor gidiyor geri. Kimisi altından oluyor işte kimisi baklavadan.
 
Yani işte hani diyorlar ya kadının fendi erkeği yendi diye işte bu.525
 
Kaynağın orjinal dosyası aşağıdaki gibidir;