• Osmanlı Devleti’nde Şehzadelik Kurumu

 
Osmanlı Devleti’nde Şehzadelik Kurumu
Gökmen KARADEMİR
 
GİRİŞ
Osmanlı Devleti’nde şehzadelik kurumu, bilindiği üzere doğumla hatta anne karnında başlayıp çocukluk ve gençlik yıllarında devam edip giden uzun bir süreçtir. Bu konuda, şehzadelerin doğumlarından başlayarak nasıl büyüdükleri, nasıl eğitim aldıkları, gelir durumlarını, tahta çıkma usulleri ve cüluslarının nasıl gerçekleştiği, doğumlarından ölümlerine kadar olan süreçleri aşağıda incelenmiştir.
 
ŞEHZADELERİN DÜNYA’YA GELİŞLERİ
 
1. Şehzadelerin Doğumu
Şehzade, Osmanlı padişahlarının erkek çocuklarına şahzade veya şehzade denilmiştir.  Ayrıca şehzade, ‘şehzadegan’ ifadeleri ile hükümdar oğlu, prens olarak da tanımlanabilmektedir. Baba tarafından Osman Gazi’nin soyundan gelen prense “Şehzade” denmektedir. İmparatorluk prensidir. Şehzadelere İstanbul’un fethi’nden önce bey, çelebi denmiş; sonra sultan han denmiştir.1826 tarihinden sonra Sultan ve Han unvanları padişahlara tahsis dilmiş, bütün şehzadelere, veliaht dâhil olmak üzere “efendi” denmiştir. Lakabı ise “Devletlünecabütlü” ve bu lakap yalnızca Osmanlı şehzadelerine özel idi.  Babasının padişah olması şart değil şehzadenin oğlu da şehzadedir ve şehzade oğlu hiçbir zaman tahta çıkmamıştır. 
 
Fakat onlarda tahtın varisleridir. Osmanlı Devleti’nde saltanat devam etse de 1944 tarihinde II. Abdülmecit ölünce, veraset sistemine göre, en yaşlı şehzade olarak V. Murat’ın oğlu Salahaddin Efendi’nin oğlu Ahmet Nihat Efendi IV. Ahmet unvanıyla tahta çıkmıştır. 
 
Osmanlı Devleti öncesi eski Türk Devletlerine bakıldığında, bütün hükümdarlar kendilerinden sonra tahta geçmesi için bir erkek evlat sahibi olmak istedi. Daha önce ifade edildiği gibi Osman Bey’den itibaren taht babadan oğula geçmeye başlamış idi. Bu nedenle hükümdarların erkek evlada sahip olmasının önemini daha iyi anlaşılmaktadır. Yani bir kural olarak tahtını kendinden sonra oğluna bırakabilen hükümdarın en çok istedikleri şey bir erkek oğula sahip olmaktı. Hanedanın devam ettirilmesi için gösterilen önemin, kendi adının ve neslinin devamının önemine vakıf olan Osmanlı hükümdarının birden çok cariyesinin olması ve hareminin olmasını da bu noktada değerlendirilebilir. 
 
Şehzadeler, padişahın haseki , ikbal ve odalıklardan doğarlardı. Anneleri hangi kökenden olursa olsun şehzadelerin doğumu sarayda büyük bir sevince neden olurdu.Yani bu erkek çocuklar kimden doğarsa doğsun şehzade denirdi. Haremde doğan tüm çocuklar, ister prenseslerle yapılmış resmi evliliklerden, isterse köle kadınlardan olsun, İslam’a göre eşit haklara sahip ve meşru idiler. Padişah çocuklarına Çelebi Mehmet zamanına kadar çelebi  denmiştir. Şehzade tabiri ise Çelebi Mehmet’ten sonra kullanılmaya başlanmıştır. 
 
Tarihi tam olarak belli olmasa da on yedinci asırdan itibaren usule göre şehzade ve sultanların doğumları bir hatt-ı hümayun ile sadr-ı azama bildirilirdi. Doğan çocuk erkek ise sadr-ı azama gönderilen hatt-ı hümayunu darüssaade ağası, çocuk kız ise yüksek rütbeli bir saray ağası getirirdi.Darüssade ağası keyfiyyetiBab-ı aliye bildirir, sadr-ı azam, ağayı ve hatı hümayunu alır öperek reis-ül-küttab’a verir, arz odasına gidilerek reisül-küttabhatt-ı hümayunu sadr-ı azama verir o da mührünü açarak okuması için reise iade ederdi. 
 
Bu tebliğ üzerine sadr-ı azam ve şeyhülislam vezirler ve diğer teşrifata dâhil devlet ricali ve kazaskerler, yeniçeri ağası saraya giderler ve silahtar ağa vasıtasıyla davet olunarak huzura kabul edilirlerdi. Tebrikten sonra kürk ve hil’at giydirilerek geri dönerlerdi. Doğum İstanbul halkına duyurulur sonra memleketin her tarafına fermanlar gönderilir kadı sicillerine kayıt edilirdi.  Şehzadenin doğması münasebetiyle keyfiyet topları atılırdı. Atılan topların adedi şenlik günleri, doğan çocuğun erkek ve kız olmasına ve padişahın ilk ve diğer evlatları oluşuna göre değişirdi. 
 
Padişahların ilk oğullarında donanma günü fazla olur, diğer oğulları doğduğunda ise donanma günlerinin süreleri azalırdı.  Bugünler geceli gündüzlü olmak üzere üç ile yedi gün arasında değişirdi. Dördüncü Mehmet’in, Mustafa ismindeki büyük oğlu doğmuş ve yedi gün yedi gece donanma olmuştur. İkinci oğlu Ahmet doğduğu zaman ise üç gün üç gece donanma ve şenlik yapılmıştır. Buna nazaran üçüncü Ahmet’in Mehmet adlı büyük oğlu doğduğunda, ilk oğlu olması sebebiyle on gün on gece bütün memlekette donanma ve eğlence yapılmıştır. 
 
Üçüncü Ahmet’in aynı sene doğan İsa adlı şehzadesi küçük olması sebebiyle beş gün beş gece donanma ve eğlence yapılmıştır.  Buradanda anlaşılmaktadır ki padişahlar ilk oğulları ve ikinci oğullarının doğumundan sonraki kutlamaları hemen hemen yarı yarıya yapmaktaydılar. Şehzadelerin doğumu hükümdarlar tarafından bazen abartılı bir şekilde kutlandığı görülmektedir ki bu da sadece baba olmadıklarını soyunun ve hanedanının devamını gösteren siyasi bir hüviyet de kazandırmaktaydı. Bu nedenle büyük bir zafer kazanılmış gibi tüm memlekette kutlamalar yapılırdı.
 
Bazı padişahların çocuğu olmamıştır, bazı padişahların ise çocukları geç olmuştur. Bu durumda hanedanın, soyunun devam edemeyeceğinden dolayı korkulmuştur. Bu konuda Osmanlı Devleti’nde tahta geçecek erkek oğlu olmaması sebebiyle I. Ahmet’ten sonra, yerine kardeşi geçmiştir. Böylece yaklaşık üç yüz yıl(1299-1617) ve on dört hükümdarın hayatı boyunca süre gelen Osmanlı Devleti’ndeki tahtın babadan oğula geçmesi kuralı son bulmuştur. Hatta bu tarihler içerisinde erkek çocuğu olmadığı için tahta geçme konusunda hakkını kaybeden şehzadelerin olduğu hakkında Osmanlı kaynaklarında bilgiler yer almaktadır. Bu surette tahtın babadan oğula geçtiği Osmanlı Devleti’nin klasik döneminde hükümdarların her şeyden önce bir erkek evlada sahip olması gerektirdiğini gösteriyordu.
 
1.1.  Şehzadelerin Sünnet Düğünleri
 
Şehzadelerin sünnet düğünlerinde doğum şölenlerinde olduğu gibi büyük eğlenceler düzenlenirdi. Yapılan sünnet düğünleri ve şenlikler bir öncekinden daha farklı ve üstün olmasına gayret gösterilmiştir. Tarihi ve edebi kaynaklarda bu sünnet düğünleri içerisinde 1365 yılında I. Murat’ın, şehzadesi Bayezit(Yıldırım) için; 1457 yılında Fatih’in, şehzadeleri için; 1530 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın, şehzadeleri için; 1582 yılında III. Murat’ın, şehzadesi III. Mehmet için; 1675 yılında IV.Mehmet’in, şehzadeleri Mustafa ve Ahmet için; 1720 yılında III. Ahmet’in şehzadeleri Süleyman, Mustafa, Mehmet ve Bayezit için; 1836 yılında II. Mahmut’un şehzadeleri Abdülmecit ve Abdülaziz için; 1847 yılında Abdülmecit’in, şehzadeleri Mehmet Murat ve Abdülhamit için; yaptırdıkları sünnet düğünleri Osmanlı tarihinde önemli bir iz bırakmışlardır. 
 
Kaynaklar diğer sünnet düğünlerinden birçok açıdan üstün olduklarını kabul etmektedirler. Sünnet düğünlerinden önce üç, dört ay evvel keyfiyyet bütün eyaletlere bildirilir ve düğünde bulunmak üzere hükümdar ve beyleri davet edilirdi. Yapılan bu eğlencelerde büyük ziyafetler verilir ve bu ziyafetler belirli bir hiyerarşik düzen içerisinde yapılırdı. Ülke içerisindeki beyler ve komşu ülkelerin elçileri şehzadenin sünnet düğünü için düzenlenen bu davetlere ülkelerinin elçileri şehzadenin hediyeleri ile gelirler ve hediyelerini sunarlardı.  Şehzadelerin sünnet olma yaşları konusunda tam anlamıyla net bir bilgi olmayıp, Uzunçarşılı, on üç ve on dört, Alderson, sekiz ve on altı, Gündüz, on iki yaşında olduğunu ifade etmektedir. Sünnet düğünlerinin diğer büyük bir özelliği de Osmanlı hükümdarının kuvvet, kudret ve zenginliklerini gelen misafirlere göstermesidir.
 
1.1.1. Şehzadelerin Eğitimi
 
Osmanlı şehzadelerinin eğitimleri ikiye ayrılmaktadır. Birinci kısmı sancağa çıkmadan evvel saray içerisinde teorik eğitim dönemi olarak adlandırılmaktadır. İkinci kısmı ise sancağa çıkarılmalarıdır.  Osmanlı Devleti’nde hükümdarın oğlu ve gelecekte hükümdar adayı olması sebebiyle şehzadelerin hem saray içi eğitimlerine hem de sancaklara çıkarılmalarına büyük önem verilmiştir. Ülke ve hanedanın geleceği söz konusu olması sebebiyle şehzadelerin eğitimine fazlasıyla önem verilmiştir.
 
Hükümdarın aynı kadından doğan bütün erkek çocukları sarayda hayatlarını sürdürürlerdi. Başka anneden doğanlar ise ayrı dairelerde yaşarlardı. Bu şehzadeler babaları tarafından kendilerine tutulan hocalar tarafından eğitimlerini alırlardı. Hocalar, saraya kadınların kendilerini göremeyeceği şekilde girerler ve iki ihtiyar siyah kadının eşliğinde derslerine devam edilirdi.  Şehzadeler beş, altı yaşlarına geldiklerinde tahsil çağı başlamış oluyordu. Eğitime hoca tayin olunduktan sonra merasim yapılır öyle başlanırdı. Şehzadenin bu derse başlamasına Bed-i Besmele denirdi.  Yapılan bu merasimde Şeyhülislam şehzadeye eski alfabeyi ezberden baştan sona okutur ve sonrada dua eder ve merasim son bularak çocuğun tahsili, tayin olunan hocasına bırakılırdı. Şehzadelerin eğitimlerini veren hocalar muhakkak dönemin en ileri hocaları idiler ve bundan dolayı şehzadeler çok iyi bir eğitim alıyorlardı.  
 
Verilen eğitimin devamında şehzadeler, sarayın üçüncü avlusunda iç oğlanlar ile birlikte fiziksel eğitim almaktaydı. Binicilik ve dövüş sanatları eğitimini iç oğlanlarla birlikte alırlardı. İç oğlanların aldıkları eğitimin içerisinde Türkçe okuma yazma ile Arapça ve Farsça dersleri İslam bilgileri, askerlik(savaş teknikleri ve kumandanlık) yönetim usulleri, hukuk, musiki, şiir gibi sanat icra ediyorlardı. Şehzade, şeyhülislamdan ilk alfabeyi okuduktan sonra onun elini öpmesi gerekmekte idi. Fakat müftü elini öptürmeyerek şehzadenin omuzunu öperdi. Şehzadenin elifba cüz kesesi, hilal gibi eşyaları mükemmel ciltlenmiş ve yaldızlı olarak sadr-ı azam tarafından hediye edilirdi. Ders ilk olarak darüssade ağası dairesinde ders verirdi; Kur’an-ı Kerim'i hatmeden şehzadeyi sadr-ı azam gibi devlet erkânı tebrik ederek hediyelerini verirlerdi. 
 
1.1.1.1 Şehzadelerin Evlilikleri
 
Osmanlı Devleti’nde XIV-XV. yüzyıllarda yapılan şehzade evlilikleri genel olarak Osmanlı hükümdarı oğullarının evliliklerinin altında politik ve siyasi bir amaç bulunmaktaydı. 1520’lere kadar padişah ve şehzadeler, Anadolu beyliklerinin Türkmen prensleri veya Balkanlar’ın Hıristiyan prensesleri ile evleniyorlardı. Bu tarihlerde imparatorluk cihan devleti haline geldi ve bu nedenle kızını alacak komşu hanedan kalmadı. İleri gelen Osmanlı ailelerinden kız almak âdeti yoktu.  Osmanlı Devleti XIV. yüzyılda Anadolu’dan Rumeli’ye geçişlerden sonra savaşarak, para karşılığı veya evlilik yolu ile topraklar ele geçirmiş bu suretle bölge halkının üzerindeki hâkimiyetini sağlamaktaydı. Bu hâkimiyeti sağlamak ve meşrulaştırmanın yolu ise şüphesiz bölgenin hâkimleri ile akrabalık bağı kurmaktı. Kurulan bu bağ sonucunda da ele geçirilen topraklar üzerinden İslamlaştırma politikası uygulanmaktaydı.  
 
Osmanlı hükümdarlarının politik ve siyasi amaçlar doğrultusunda kendi kızlarınıda bölgesel güçler durumundaki beyler ve oğulları ile evlendirilmekteydiler
 
ŞEHZADELİK KURUMU
 
1. Şehzadelerin Unvan ve Lakapları
Osmanlı Devleti’nde hükümdarların oğullarına verilen gelen adıyla şehzade kelimesi, Farsça bir kelime olup hükümdar oğlu, prens demektir.  Şehzadelere, Osman Bey’in oğlu  Ali (Alaaddin) ve Orhan Bey’in oğlu Süleyman’a verilen paşa, I. Bayezit’in büyük oğlu Süleyman’a verilen emir, I. Bayezit’in diğer oğulları İsa, Musa ve Mehmet’e verilen çelebi ile II. Bayezit’in oğulları Ahmet ve Korkut’a verilen Sultan gibi unvanlar kullanılmaktadır. Şehzadelerin kullandıkları unvanlarda paşa ve emir sıfatlarının büyük oğullara, çelebi sıfatının ise küçük oğullara verildiği görülür. Ancak I. Murat döneminde şehzadelere beylerbeyi unvanı verildiği de bilinmektedir.  
 
1.1. Şehzadelerin Ekonomik Durumları
 
Osmanlı şehzadelerinin ekonomik bakımdan sancağa çıkmadan evvel masrafları tamamen devlet tarafından karşılanmaktaydı. Bunun yanında şehzadelerin masraflarının büyük miktarlara çıkması demek Osmanlı hazinesi için bir yük anlamına gelmekteydi. Bu noktada şehzadelerin sancağa çıkarılma uygulaması getirilmiştir böylece sancaklarda aldıkları eğitimler doğrultusunda tecrübe kazanırken aynı zamanda masraflarının büyük bir kısmının devlet hazinesi üzerinden kalkması amaçlanmıştı.  Böylece kendilerine verilen haslar ile geçimlerini sağlamakta idiler. Ayrıca XVI. yüzyılın başlarına kadar olan süreçte şehzadeler gerek sancakta bağımsız bir şekilde çıktıkları seferlerde gerekse hükümdarları vekâletinde ordunun başına serdar tayin edilerek gittikleri seferlerde elde edilen gelirin 5/1’i şehzadelerin hakkı sayılırdı.  Şehzade, görev yaptığı sancağın bütün gelirlerinin sahibi olduğu bilinmektedir. Şehzadeler, kendilerine verilen haslar ve diğer gelirlerinin yetmemesi durumunda, ya gelirlerinin arttırılmasını ister ya da borç alarak masraflarını karşılamaya çalışırlardı. 
 
1.1.1. Şehzadelerin Tahta Cülusleri
 
Osmanlı Devleti’nde XVI. yüzyılın sonuna kadar şehzadelerin sancağa çıkarılma politikası uygulanmıştır. Hükümdarların ölümleri üzerine varis olan veya taht üzerinde hak iddia eden şehzadenin İstanbul’a gelebilmesi için merkezden ulaklar gönderilerek haber verilmekteydi. Hükümdar babalarının öldüğü haberini alan yeni hükümdar adayı acele bir şekildemaiyyeti ile birlikte en kısa sürede tahtın bulunduğu başkente ulaşır ve tahta otururdu. Şehzadelere bu haberi götüren kişiler ordu veya saraya mensuplar idi ve sır tutabilen gideceği yolları çok iyi bilen kişilerden seçilmekteydi. Hükümdarın ölümü halkın ve ordunun ayaklanmaması için gizli tutulurdu. Osmanlı tarihinde Fatih’in ani ölümü sebebiyle böyle bir ayaklanma meydana gelmiş, bu nedene Amasya sancağında bulunan II. Bayezit gelene kadar İstanbul’da Yeni Saray’da oğlu Korkut padişah naibi olarak on yedi gün görev yapmıştır. 
 
LALALIK KURUMU
Lalalık üzerine çalışmaların arttığı dönemlerden itibaren lalalık ya da atabeylik olarak iki ifade de kullanılmaya başlanmıştır. Atabey, Türkçe, lala ise Farsça bir kelimedir. Lala sözü sözcüklerde Farsça bir kelime olarak gösterilmektedir. Arap harfli Türkçe veya Osmanlıca sözlüklerde de yer almaktadır. Kelimenin anlamı da kul, köle olarak verilmektedir. Ayrıca Osmanlıca anlamına bakacak olursak lala, bir çocuğu gezdiren oyalayan uşak, saray harem ağası, padişahların sadrazamlara hitap ederken kullandıkları unvan olarak kullanılmaktadır lalaya Atalık  da denmektedir. Ve bu ifade birkaç anlama gelmektedir.Ayrıca Türkistan’da büyük vezirlik rütbesi olarak bilinmekte ve halkın isteğini hükümdara arz eden ve yapılacak şeyleri dinleyerek yerine getiren tıpkı bir babalık gibi şefkat gösteren halkın durumundan haberdar olmaya memur ve hükümdarın babası gibi saygı gösterdiği kimsedir. Atakulu tabiri de lala yerine kullanılmış “Bihemta, yani bimisil. Meela: Lü’lü-i Lala derler ve bir kişinin atası kulu, lalasıdır. Türkiye’de dâhil şayidir.  
 
Osmanlı Devleti daha öncede bahsedildiği gibi kendinden evvel kurulan devletlerin müesseselerini alarak devrin şartlarına uydurarak devam ettirmişlerdir. Bu neticede devamlı olarak fetihlerine sürdürmüş ve elde ettikleri bölgelerde idareyi tam anlamıyla temin edebilmek için ihtiyaç duyulan müesseseleri geliştirmeye çalışmışlardır. Öncelik olarak hükümdarın oğullarını eğitecek bir müessese kurmuşlardır. Böylece ileride tahta geçecek olan varislerin öncelik olarak eğitimlerini üst düzeyde tutmuşlardır. 
 
Hem devlet yönetimini hem de askeri anlamda eksiklik olmayacak şekilde bir eğitim düzeni sağlamışlardır. Şehzadelerin hem fikri hem de bedeni kabiliyetlerini geliştirmek ve aynı zamanda onları İslam dini ve gelenekleri üzere yetiştirmek için saraya büyük İslam bilginleri getirilmiştir. Öncelik olarak merkez başkentte eğitime başlanır sonrasında belirli bir yaşa gelen şehzade vilayetlere gönderilerek burada sancağa çıkar devlet yönetimi hakkında tecrübe edinir. Buradaki yetki ve görevlerinde icap eden en önemli mesele de onun yanına devlet işlerinde vukuflu, temiz, ahlaklı, otoriter ve aynı zamanda padişahın güvenini kazanmış bir kişinin lala olarak seçilmesi idi. Bu duruma divan-ı hümayun heyeti bu konuda fazlası ile dikkat etmekteydi. Padişah bu konuda divan heyetini sorumlu tutuyordu. Lala şehzadenin idare ettiği sancakta veziri azam seviyesinde idi ve mıntıkasının durumunu ve terbiyesiyle vazifeli idi şehzadenin davranışlarını kontrol etmekteydi. 
 
Şehzade kendi sancağında bağımsız bir padişah gibi hareket edebilirdi, kendi adına para bastırabilirdi. Lakin yetişkin şehzadeler, merkeze olan bağlılıklarını daim belli etmek için oğullarından birini sultanın yanında yaşaması için gönderirdi. Bu durum şehzadenin merkeze karşı olan bağlılığını daimi olarak sağlıyordu.Lala, şehzadenin bir yolsuz hareketini görürse onun ahvalinden divanı haberdar ederdi. Lala vazifesinin dışına çıkar şehzadenin aklına girip isyana teşebbüs etmesine sebep olduğu takdirde validesi bu durumu padişaha arz ile lalayı şikâyet edebilirdi. Lalaları çelebi sultanlar kontrol ederdi. 
 
Osman Gazi bütün mücadelelerinde yanında bulunan savaş arkadaşlarını kendi oğluna yardımcı olmaları için görevlendirmiştir. Abdurrahman, Akça Koca, Konur Alp ve Mihal gibi komutanları vazifelendirmiştir.  Bu durumu Osmanlı Devleti’nde lalalık olarak yorumlayabiliriz.
 
Osmanlılarda müteşekkil bir lalalık müessesesinin ortaya çıkışını şu ifadelerden de anlamaktayız; “Padişahın ataları, en büyük çocuklarını beylerbeyi edinerek, ülkeler açmak üzere amaçları zafer olan ordulara baş ve buğ olarak tayin olurlardı. Nitekim Osman Gazi zamanında Orhan Gazi; Orhan Gazi devrinde de Gazi Süleyman Paşa beylerbeylik görevine şeref vermişlerdi. Ama sultan Murat Gazi’nin delikanlılık yaşına ulaşmış bir oğlu bulunmadığından en kıdemi beylerden ve yüce saltanatın temel direklerinden olan ve kendilerinin de şehzadelikleri sırasında hizmetlerinde bulunan Lala Şahin Bey, asker ve ordunun tertibi, savaş gereklerinin sağlanması için onun izzetli bakışlarında parlamış ve öteki beylerden üstün tutularak beylerbeylik göreviyle onun başa geçmesi yerinde görülmüştür.”  Bundan sonra şehzade ve lalaların konumları belirlenmiştir.
 
Bir lalanın hangi şahsi kabiliyet ve vasıflar ile mücehhez olması gerektiği Selimname’de bahsedilmiştir. Bu sırada Manisa’da sancak beyi olan Kanuni’ye gönderilen Lala Kasım Paşa şöyle tanıtılmakta; iyilerin yüzü suyu, kemal ve irfan sahplerinin parlak gönüllerinin misk kokusu ve anber işaretleri, iyilik ve olgunluk madeni, aydınlık hoş gönülleri, saygı ve şeref kaynakları önceki ve sonrakilerin ilmini kendinde toplayan, gizli ve açıkfenlerde zor meseleleri çözen anlaşılması çok zor problemleri kaldıran, tenkitçi yaradılışı, ince meseleleri anlayan nüktedan, tatlı dilli, olgun, yumuşak huylu zihni hayal üreten ve cevher saçan, faziletli çeşitli haber verendi. İnsaf adalette bizzat eşsiz lokman, yumuşaklık ve zekada Aristo tedbirli işleri yürütmede Asaf düşüneli, kapalı meseleleri halletmede zoru çözen, kanunlarda anlayışı sağlam, usul ve merasimde sırları bilen, o dönemde ikisi de en üstün en akıllı idiler. 
 
Lalalar, lalası olduğu şehzadenin tahta çıkmasını canı gönülden istemektedir. Ve onların tahta çıkması için her türlü fırsatı değerlendirmektedirler. Çünkü şehzadelerinin tahta çıkması demek onlarında veziriazam olması demektir. Meydana gelen taht kavgasında lalası olmasına rağmen şehzade padişah olamamışsa lalası gözden düşmüş biri olarak kalmaktaydı. Ayrıca şehzade lalası olmak bir nevi kendilerine karşı dokunulmazlık sağlıyordu. Ve bir şehzadenin birden fazla lalası olabiliyordu. 
 
SONUÇ
Osmanlı Devleti beylikten devlete geçiş sürecinde teşkilatlanmış ve devlet yönetim sistemini oluştururken gerek eski Türk devletlerinden gerekse doğu ve batı kültürlerinden esinlenerek oluşturmuştur. Şehzadelik ve Lalalık Kurumu da merkezi otoritenin temelini oluşturması ve geleceğin hükümdarlarının yetiştirildiği bir kurum olması sebebiyle ne denli önemli oldu konusuna vurgu yapılmıştır. Şehzadeliğin anne karnından itibaren başladığı on iki yaşından itibaren eğitimlere başlatıldıkları ve Lalalarının gözetiminde çok iyi bir eğitimden geçtikten sonra hükümdarlığa layık görülmüşlerdir.
Şehzadeler hem eğitim görmüş gördükler eğitimi de uygulamalı bir şekilde kanıtlama ve pekiştirme süreçleri olmuştur. 
 
Osmanlı Devleti şehzadelere ekonomik bağımsızlık sağlamış gönderildikleri sancaklarda yönetimde içeride serbest dışarıda ise merkezi otoriteye bağlı kalma şartları bulunmaktaydı. Ayrıca savaşlarda da hükümdarın yanında komutan olarak savaşa katılım göstermişlerdir. Orhan Bey ile başlayan devletin teşkilatlanması III. Mehmet’in tahta çıkmasına kadar geçen süreç içerisinde toplam on iki padişah değişikliği yaşanmıştır. I. Mehmet ve I. Selim istisna olarak geriye kalan şehzadelerden hemen hemen her ikisi de tahtı kardeşleri ile mücadele sonucu gele geçirmiştir.
 
Hükümdar, tahta oturmak için şehzadeler çok iyi bir eğitimden geçmiş erken yaşta başlayan bu eğitimlerin sonucunda sancaklarda valilik görevlerine gönderilmiş bunun yanında eski Türk devletlerinden itibaren tahta geçecek olan şehzadelerde aranan bazı şartların karşılanmasının yanında hükümdarın varis olarak tayin ettiği ismin de tahta geçmesi gerekti. Bu durum taht kavgalarına sebep olmuş, taht kavgalarının saray içerisinde kutuplaşmalara neden olmuş ve devlet yönetimini dahi etkilemiştir. Bu nedenle Osmanlı Devleti’nin bazı dönemlerinde kanunnamelerde değişiklikler yapılmış taht kavgaları önlenmeye çalışılmıştır.
Son olarak Şehzadelerin eğitiminden mesul olan Lalalık Kurumu’nun kendisinden önceki Türk devletleri gibi, Osmanlı Devleti de idari anlamda kurumları ve kurulları olan bir devlet olması hasebiyle lalalık kurumu şehzadelerin yetiştirilmesi ile meşgul olması işin oluşturulmuştur.
 
KAYNAKÇA
ALDERSON, Anthony Dolphin, Bütün Yönleriyle Osmanlı Hanedanı, (Çev: Şefaettin Severcan), Kaya Matbaacılık İstanbul 1999.
ARSLAN, Mehmet, “Osmanlı’da Bir Muhteşem Şenlik: Şehzade Sultan Mehmet’in (III. Mehmet) Sünnet Düğünü”, Türkler Ansiklopedisi, C. 11, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s. 871-886.
Celal-zade Mustafa, Selim-Name, (Haz: Ahmet Uğur, Mustafa Çuhadar), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1990.
DEVELLİOĞLU, Ferit, Osmanlıca – Türkçe Ansiklopedik Lügat, Aydın Kitabevi Yayınları, Ankara 2013.
EROĞLU, Haldun, Osmanlı Devleti’nde Şehzadelik Kurumu, Akçağ Yayınları,  Ankara 2004.
GÜNDÜZ, Tufan, Osmanlı Teşkilat Tarihi, Grafiker Yayınları, Ankara 2014.
İNALCIK, Halil, “Mehmet II”, İA,  C. VII,  Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1979. S. 215-225.
İPŞİRLİ, Mehmet, “Çelebi”, DİA, C. 8, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 1988, s. 259.
KIRPIK, Cevdet, Osmanlı’da Şehzade Eğitimi, Ötüken Yayınları, İstanbul 2016.
ÖGEL, Bahaeddin, Türk Mitolojisi, TTK Yayınları, Ankara 1989.
ÖZCAN, Abdülkadir, “Haseki”, DİA, C. 16, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 1988. S. 368-369.
ÖZTUNA Yılmaz, Osmanlı Devleti Tarihi Medeniyet Tarihi, C 2, Ötüken Neşriyat, Ankara 2004.
TAŞ, Kenan Ziya, Osmanlılarda Lalalık Kurumu, Berkin Yayınevi, Ankara 2014.
TEZCAN, Hülya, Osmanlı Sarayının Çocukları, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü Yayınları, İstanbul 2006.
UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, Osmanlı Devleti Teşkilatına Medhal, TTK Basımevi, Ankara 1988.
UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı, TTK Yayınları, Ankara 2014.
 
Sn. Gökmen KARADEMİR 'e Çalışması İçin Teşekkür Ederim...
 
Menü Danışmanlığı & Menu Consulting
 
Has Aşçıbaşı Ahmet ÖZDEMİR Olarak: Yurt İçinde Ve Yurt Dışında İhtiyac Duyan Kişi Ve Kurumlara;
 
Yiyecek ve içecek alanlarında restoran ve konaklama ve işletmelerine belirtilen konularda Osmanlı ve Türk mutfağı, Osmanlı saray mutfağı, Anadolu mutfağı, Akdeniz mutfağı, menü planlama, konsept belirleme, mesleki eğitim alanlarında uluslararası konumda has aşçıbaşı Ahmet Özdemir olarak;
 
Yiyecek ve içecek danışmanlığımutfak danışmanlığıişletmeci körlüğüYeni Restoran Açarken Nelere Dikkat Etmeliyim?, Kesin Başarı İçin Restoran Danışmanlığı Almalımıyım?, Menü DanışmanlığıRestoran YönetimiGastronomi DanışmanlığıŞehrin En İyi Restoranlarına Nasıl Sahip Olabilirim?, Yeni Restoran Açmak İsteyenlerin En Çok Sorduğu Sorular?, Kalıcı Bir Restoran Sahibi Olabilmek İçin Dikkat !!! konularında mesleki eğitim ve danışmanlık hizmetleri vermekteyim. İlgili projeler için mesleki bilgilerime ihtiyac duyan kişi ve kurumlar Türkiye saati ile sabah 10:00 ila aksam 22:00 saatleri arasında tarafım ile İLETİŞİM bilgilerimden bağlantıya geçebilirler...