• Osmanlı Devletinde Arslanhane Nedir?

Osmanlı Devletinde Arslanhane Nedir?
Mert SUNAR
 
Arslan ve kaplan gibi yabani hayvanların avlanması, canlı olarak yakalanıp kafesler ve zincirler yardımıyla zapturapt altında sergilenmesi, eski çağlardan beri hükümdarların ve kendine soyluluk atfeden sınıfların ilgisini çekmiştir. Tarihte güç ve hükümranlık gösterileri ve sembolleri olarak kullanılan bu etkinlikler günümüzde daha ticari bir şekle bürünse de halen devam etmektedir. Bu yazıda antropolojik, kültürel ve psikolojik açılardan incelenebilecek av konusu değil, bu hayvanların sergilenmesi ve esaret altında tutulması ele alınacaktır. 
 
Osmanlı sultanlarının Asya ve Afrika’dan getirilen veya gönderilen yabani ve yırtıcı hayvanlara olan ilgi ve merakının ne zaman başladığı konusunda kesin bir bilgi yoktur. Ancak bu merak ve ilginin Arslanhane-i Hassa gibi Osmanlı kurumlarının en ilginçlerinden birini doğurmuş olması bunun herhangi bir sultanın geçici bir heves ya da merakının ötesine geçtiğini göstermektedir. Farklı coğrafya ve dönemlerde hükümdarların arslan, kaplan, fil ve benzeri hayvanları beslemesi ve yeri geldiğinde sergilemeleri kendi kamusal imajlarıyla yakından alakalıydı. 
 
Osmanlı padişahlarının bu kervana katılmış olması bu durumun Osmanlı Devleti için de geçerli olduğunu göstermektedir. Sultanların bu hayvanları sergilemeleri ve kontrolleri altında tutmaları sadece kendi tebaalarına değil diğer hükümdarlara karşı da bir güç gösterisiydi. 
 
Bu sebeple Osmanlı padişahları diğer hükümdarlarla hediye alışverişi yaptıklarında, arslan, kaplan ve fil gibi hayvanlar gönderilen hediyeler arasında yer alabiliyordu. Osmanlıların ilk başlarda bu tip yabani hayvanları beslemek veya esaret altında tutmak gibi bir kaygıları olmadığını düşünsek bile yabancı hükümdarların hediye olarak gönderdiği bu tip hayvanların beslenmesi ve bakımı için Arslanhane gibi bir yapıya ihtiyaç duyulmuş olabilir. Bu belirtilen sebepler dışında bu hayvanların her insan gibi padişahların ve saltanat ailesinin de ilgisini çekmesi ve merakını uyandırması gibi gayet sıradan ve gündelik bir sebebin de Arslanhane’nin ortaya çıkışına ve devamına katkı yaptığını belirtmek gerekir. 
 
Padişahlara ve saraya ait arslan ve benzeri hayvanların barındırılması ve bakımı için kurulan Arslanhane ile ilgili Osmanlı Arşivi’nde tespit edebildiğimiz en erken belgeler 16. yüzyıl başlarına gitmektedir. Belgelerin içeriğinden saraya ait arslanların Arslanhane tabir edilen bir binada tutulduğu, devlet bütçesinden günlük et ihtiyaçları için ödenek ayrıldığı ve bakımlarıyla görevli Arslanhane muhafızları denen görevlilere devletten maaş ödendiği anlaşılmaktadır. 
 
Bu tarihlerde Arslanhane olarak kullanılan binanın tam neresi olduğu kesin olarak belli olmamakla beraber, bu binanın Ayasofya’nın güneydoğusunda bulunan ve Doğu Roma İmparatorluğu dönemindeki Büyük Saray’ın Ayasofya’ya açılan Khalke Kapısı yakınında olduğu için Khalke İsa’sı (Khristos tes Khalkes) ya da İsa Kilisesi adı verilen küçük ve eski bir Bizans kilisesi olduğu kanısı yaygındır.1 15. ve 16. yüzyıllarda İstanbul’u ziyaret eden yabancı seyyahlar yırtıcı ve yabani hayvanların tutulduğu eski bir kiliseden bahsetmektedir.2 
 
17. yüzyılda İstanbul’u ziyaret eden Polonyalı seyyah Simeon, seyahatnamesinde Arslanhane olarak tanınan eski bir kiliseden bahsetmekteydi; Evliya Çelebi de seyahatnamesinde saray nakkaşlarından bahsederken onların Arslanhane’nin üst katındaki hücrelerde kaldıklarını ve çalıştıklarını belirtiyordu.3 16. yüzyılın sonuna doğru Arslanhane’yi ziyaret eden Reinhold Lubenau ise daha doğrudan bilgiler veriyor ve burada sadece arslanların değil pars, sırtlan, kurt gibi yırtıcı hayvanların da beslendiğini yazıyordu.4
 
Arslanhane’nin yer değiştirmesi
 
16. yüzyılda Arslanhane ve üst katındaki Nakkaşhane (Şehname-i Selim Han). 
Metin And, Osmanlı 
Tasvir Sanatları: 1 
Minyatür (İstanbul, Türkiye İş Bankası Yayınları, 2002), s. 111.
 
Osmanlı Devletinde Arslanhane
Osmanlı İstanbul’unun uzun tarihi içinde yangınlar, depremler ve daha farklı sebeplerle şehrin topografyası değişim geçirirken Arslanhane’nin yeri de sabit kalmamış ve değişmiştir. III. Selim döneminde çıkan bir yangın sonucunda Cebehane binalarıyla birlikte Ayasofya yakınında bulunan Arslanhane de yanmış, yangından kurtarılabilen hayvanlar daha önce fillerin bakımı için kullanılan Fazıl Paşa Sarayı’nın altındaki Binbirdirek Sarnıcı’na nakledilmişlerdi.5 Sultan II. Mahmud devrinde (1807-1839) ise saraya Cezayir’den yeni arslan ve kaplanların hediye olarak gönderilmesi sonucu Binbirdirek Sarnıcı’nda bulunan kafesler yetmemiş, yeni kafesler inşasıyla Arslanhane genişletilmişti.6 
 
Binbirdirek Sarnıcı alternatifinden de anlaşılacağı üzere, sarayın sahip olduğu yabani hayvanların koyulması için ihtiyaç duyulan mekânların seçiminde Bizans devrinden kalma sarnıç ve benzeri binalar en uygun mekânlar olarak göze çarpıyordu. Mesela çeşitli dönemlerde saraya hediye olarak gönderilen fillere Binbirdirek Sarnıcı’nın yanı sıra Hebdomon Sarnıcı ve Zeyrek Sarnıcı gibi sarnıçların ev sahipliği yaptığı ve buraların “fil damı” olarak adlandırıldığı görülmektedir.7 Benzer biçimde Tekfur Sarayı’nın da belli bir dönem yabani hayvanların bakımı için kullanıldığı bilinmektedir.8
 
Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinden Arslanhane’de bakılan arslan ve kaplanların bazen hanedan düğünleri ve sünnetleri gibi önemli günlerde seyircileri eğlendirmek ve ilgilerini çekmek olduğu kadar saray ve padişah adına güç gösterisi yapmak olduğunu da belirtmek gerekir. Aynı yöntemin yabancı elçi kabul günlerinde dış avluya altın zincirlerle bağlanan arslan ve kaplanlarla yabancı elçilik heyetlerine uygulandığı da oluyordu.10 Hayvanların yer aldığı gösterilerin Osmanlı şenliklerinde çok önemli bir rol oynadığı bilinmektedir. Bu gösterilerden sarayın canlı hayvan koleksiyonunda sadece arslan ve kaplanların değil ayı, maymun, yılanlar ve kuşlar gibi hayvanların da yer aldığını anlıyoruz. 
 
Arslanhane’nin işlevi
 
Arslanhane’de tutulan bu yabani hayvanları temaşa etmenin sadece sultanlara ve hanedan üyelerine mahsus bir ayrıcalık olmadığı, tören günleri dışındaki günlerde de Arslanhane’de bulunan bakıcılara belli bir bahşiş veren kimselerin bu hayvanları görebildiği belirtilmiştir.11 Ancak bunun için paranın yanında belli bir cesaret sahibi de olmak gerekmektedir, zira içerisi karanlık olan ve hayvanların gürlemeleri duyulan bu mekân Arslanhane muhafızlarının yaktığı meşaleler eşliğinde gezilmektedir. Günümüz hayvanat bahçeleri gibi güvenlik önlemlerinin çok gelişmiş olmadığı Arslanhane’de yine anlatılanlara göre hayvanlar ile seyretmeye gelenler arasındaki yegâne güvenlik önlemi, hayvanları binanın sütunlarına bağlayan zincirlerdi.
 
Cezayir ocağı tarafından gönderilen aslan ve kaplanlar için gerekli zincir ve salarların verilmesi hakkında Arslancıbaşı’nın arz-ı hali.
 
Osmanlı Devletinde Arslanhane
BOA, C.SM, 7/328, 26 Rebüyyülahir 1175/24 Kasım 1764).
 
katıldıklarını öğreniyoruz. Evliya Çelebi bu törenlerde arslan ve kaplan gibi hayvanların bakıcıları tarafından afyonlu ceylan etleri ve darılı macunlar verilerek yarı uyuşturulmuş halde zincirler ve kargılarla kontrol altında tutularak seyircilerin arasından geçirildiklerini yazmakta, canlı anlatımıyla bu hayvanların bakıcılarını “esnaf-ı kârhâne-i arslanciyân” olarak adlandırmakta ve 100 nefer olduklarını belirtmektedir. Tabii Evliya Çelebi’nin bütün sayıları gibi bu sayının da ne kadar gerçekçi olduğu su götürür. 
 
saray kurumları ve askeri ocaklar benzeri bir yapılanmayı izlediği görülmektedir. Arslanhane-i Hassa’nın başında bulunan arslancıbaşından sonra gelen zabitleri hiyerarşik sıra içinde kethüda, odabaşı, başeski olarak adlandırılıyorlardı. Arslanhane-i Hassa personelinin atama veya görevden alınmalarından sorumlu kişi ise iç hazinedarbaşı idi.9 
 
Arslan ve kaplan gibi yırtıcı hayvanların düğün ve benzeri vesilelerle yapılan şenliklerde halka sergilenmesinin arkasında yatan nedenin Doğal yaşam alanları ve şartlarından kopartılarak parmaklıklar arkasında esaret hayatı sürmeye mahkûm edilen bu hayvanların zamanın mevcut şartlarında esaret sonrası hayatlarının istisnai durumlar dışında çok uzun olmadığı düşünülebilir. Osmanlı Devleti’nde Arslanhane’nin 19. yüzyılın ilk yarısına kadar kurumsal ömrünü devam ettirdiği göz önüne alınırsa bu tip hayvanlar için devamlı bir arz ve talebin olduğu açıktır. Yabancı devletlerin ve hükümdarların hediye olarak gönderdiği hayvanlar bu konuda belli bir kaynak teşkil etse de bu çok düzenli ve ana bir kaynak 
 
değildir. Arşiv belgelerinden arslan ve benzeri hayvanların imparatorluğun Afrika’daki topraklarından gönderildiği ortaya çıkmaktadır. Ancak belgelerden bunların İstanbul’dan gelen resmi talepler sonucu değil, Mısır, Trablus, Cezayir ve Yemen gibi bölgelerin yöneticileri tarafından saraya hediye olarak gönderildiği izlenimi çıkmaktadır. Ama bu hediye seçimlerinde yöneticilerin İstanbul’da bu tip hediyelerin makbul olduğu ve etki bıraktığı, yani belli bir talebin var olduğu kanısında olmasının rol oynadığı düşünülebilir.
 
Osmanlı Devleti’nin diğer devletlerle kurduğu diplomatik ilişkilerde rol oynayan önemli pratiklerden biri de hükümdarlar arasında gerçekleşen hediye alıp verme trafiğiydi. Bu hediye alışverişlerinde, at gibi değerli binek hayvanlarının yanı sıra yabani ve yırtıcı hayvanların da önemli bir yeri vardı. Osmanlı Devleti’nin başlangıcından imparatorluğun sonuna kadar devam eden bu diplomatik hediyeleşme sürecinde arslan, fil ve benzeri hayvanların saltanat hediyeleri arasında müstesna bir yeri vardı. 
 
Osmanlılar sadece imparatorluk topraklarında yakalanan hayvanları değil, doğu ve güneydeki diğer ülkelerden Osmanlı padişahlarına hediye olarak gönderilen hayvanları da tekrardan Batı’daki ülkelere diplomatik hediye olarak gönderebilmekteydi. Bir örnek vermek gerekirse, Sultan I. Mahmud döneminde (1730-1754) Sicilya Kralı’nın talebi üzerine bir fil bakıcısıyla birlikte krala hediye olarak gönderilmişti. Yapılan yazışmalardan filin önce karayoluyla Arnavutluk’taki Draç iskelesine, oradan da deniz yoluyla Sicilya’ya gönderilmesinin planlandığı görülmektedir.12 
 
Filin yerine ulaşıp ulaşmadığı ya da nereden sağlandığı konusunda Osmanlı arşivinde bir belge olmasa da, büyük ihtimalle 1818’de İran’dan ya da 1839’da Hindistan’dan Osmanlı sarayına gönderilecek filler gibi doğudan hediye gelmiş olduğu tahmin edilebilir.13 Aynı şekilde 1699 Karlofça Antlaşması sonrasında Viyana’ya gönderilen diplomatik hediyeler içindeki iki leopar büyük ihtimalle daha önce Safaviler tarafından İstanbul’a diplomatik hediye olarak yollanmıştı.14
 
yetiştirilmesi Yeniçeri Ocağı’nın 71. cemaatinin sorumluluğuydu. Seksoncuların başında seksoncubaşı tabir Modernite öncesi dönemde arslan, edilen çorbacı vardı. Sekson, sakson fil ve benzeri hayvanlara sahip olma- ya da bazen samson olarak adlandının ve onları teşhir etmenin en başta rılan bu köpek cinsinin Osmanlılara saraya ve padişaha ait bir ayrıcalık ilk defa Eflak’ın Alman kökenli etnik olduğu bellidir. Benzer biçimde av- grupların yoğun olarak yaşadığı bölcılık ve ava çıkmanın da Avrasya ve gelerinden getirildiği iddia edilmiş Sultan Abdülaziz’in yabani hayvanlara olan aşırı merakı Beylerbeyi Sarayı’na da küçük bir arslanhane inşa edilmesine yol açmıştı. Aynı şekilde yeni inşa edilen Çırağan Sarayı’na da bir arslanhane eklenmişti.
 
Avrupa’da öncelikli olarak hükümdarlara ve soylulara ait bir faaliyet ve ayrıcalık olarak görüldüğü belirtilmelidir. Bu sebeple Osmanlı Devleti’nde Arslanhane ve arslancılar gibi av ve avcılıkla münasebetli olarak da çeşitli saray müessese ve pozisyonlarının da ortaya çıkması doğaldı. Saray görevlileri arasında olan ve “şikâr ağaları” denen şahincibaşı, çakırcıbaşı, atmacacıbaşı ve doğancıbaşı ve onların nezareti altında görev yapan çok sayıda görevli mevcuttu. Bu görevlilerin bir bölümü bu hayvanların bakımı ve av sırasında kullanılmasından sorumluyken, bir bölümü de hayvanların imparatorluğun çeşitli bölgelerinde yakalanması ve yetiştirilmesi görevini ifa ediyordu.15
 
Avda kullanılan hayvanlar ve parslar
 
Bu görevlilerin dışında Yeniçeri Ocağı içinde padişahın av köpeklerini yetiştirmek ve bakmakla yükümlü yeniçeri ortaları, isimlerini ortalarının bakmakla yükümlü olduğu köpek cinsinden alan zabitleri (seksoncubaşı, turnacıbaşı, zağarcıbaşı) ve ayrıca saray için avlanmakla görevli bir orta ve avcıbaşı tabir edilen zabitleri mevcuttu. Zağar ismi verilen av köpeklerinin yetiştirilmesi ve bakımıyla yükümlü yeniçerilerin 64. cemaati zağarcılar olarak adlandırılıyordu. Ortanın başındaki çorbacıya ise zağarcıbaşı deniyordu. Sekson ismi verilen iri av köpeklerinin bakım ve 
tir. 
 
Mastiff cinsi olan bu köpeklerin özellikle 17. yüzyılda İngiltere’den ve Alman bölgelerinden gönderilen diplomatik hediyeler içinde sık sık yer alması ve yine bu dönemde Osmanlı-Habsburg sınırındaki eyaletlerin başında bulunan valilerin İstanbul’a hediye olarak bu cins köpekleri yollaması köpeklerin kökeni konusunda belli bir fikir vermektedir.16 Özellikle kuş avlarında kullanılan tazı cinsi köpeklerden sorumlu yeniçerilerin 68. cemaatine turnacılar ismi verilmişti, çorbacıları ise turnacıbaşı olarak adlandırılıyordu. Avcıbaşı isimli çorbacının komutasındaki 33. sekban ortası İstanbul’un ormanlarından ve avlanma dönemlerinde sarayın ihtiyacı için buralarda avlanarak et temin ettiklerinden avcı ortası olarak adlandırılmıştı.
 
Arslanhane’de tutulup tutulmadıkları belli olmasa da özellikle 16. ve 17. yüzyıllarda Osmanlıcada pars genel ismiyle adlandırılan çitaların eğitilerek aynı yırtıcı kuşlar ve köpekler gibi avlarda kullanıldığı bilinmektedir. Hemcinslerine göre daha evcil olan bu hayvanlar, aynı saraya ait avcı hayvanlarla birlikte resmigeçitlerde sergilenmekteydi. 
 
Bunun yanında Kanuni Sultan Süleyman’ın katıldığı bir avı resmeden minyatürde çitalar bakıcılarıyla birlikte atların eyerlerinde otururken tasvir edilmiştir.17 Ayrıca Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin yazdığı fetvalar içinde pars yardımıyla avlanılan bir hayvanın etinin helal olup olmadığı sorusuna cevap verilmektedir.18 Belirtildiği üzere diğer kedigiller içinde evcilleştirilmeye en uygun tür olan çitalar, Evliya Çelebi’ye bakacak olursak 17. yüzyıldaki resmi törenlerde sırtlarındaki değerli örtüler ve parsçı denen bakıcıları eşliğinde boy göstermişti.19 
 
1582 şenliğinde zincirlerle zapt edilen bir aslanın Sultanahmed Meydanı’nda III. Murad’ın önünden geçirilmesi (Surname-i Hümayun). 
 
Osmanlı Devletinde Arslanhane
 
Metin And, Osmanlı 
Tasvir Sanatları: 1 
Minyatür (İstanbul, 
Türkiye İş Bankası Yayınları, 2002), s. 400.
 
16. yüzyıla ait bir belgeden, günümüzde Asya çitası olarak adlandırılan bu türün Osmanlı sarayına Irak ve çevresinden getirtildiğini anlıyoruz. Bağdad Beylerbeyi’ne yazılan bir emirde on adet av için eğitilmiş pars bulup, İstanbul’dan yollanan “hassa parscı”sına teslim etmesi bildiriliyordu.20 Aynı arslanlar gibi parsların da devlet tarafından belirlenen günlük ve aylık tayinatları bulunmaktaydı.21    
 
İmparatorluğun son dönemlerinde saraya ait yabani hayvan koleksiyonunun kaderinin tahta oturan padişahın ilgisine göre değişim gösterdiği anlaşılmaktadır. 
 
Mesela bu konuya belli bir ilgisi olmayan Sultan Abdülmecid devrinde (18391861) Arslanhane’ye fazla özen gösterilmemiş, Binbirdirek Sarnıcı’ndan Süleymaniye Bimarhanesi’ne nakledilen hayvanların büyük bir kısmı bakımsızlıktan bir sene içinde telef olmuştu.22 Ancak Arslanhane’nin kaderinin tahtta bulunan padişahın ilgisine bağlı hale gelmesinin en önemli sebebi artık kurumsal olarak bir Arslanhane’den bahsedemeyecek olmamızdır. Elimizde bu konuyla ilgili bir arşiv belgesi olmadığından şimdilik sadece II. Mahmud reformları sonrası Arslanhane’nin de eski dönemin bir kurumu aynı diğer ocaklar gibi ilga edildiği konusunda bir akıl yürütme yapabiliriz. 
 
Arslanhane’nin son dönemi
 
Abdülmecid’in ardından tahta geçen Sultan Abdülaziz’in arslan ve benzeri hayvanlara olan aşırı merakı sebebiyle Arslanhane bir nevi yeniden ihya edilmiş ve Topkapı Sarayı dahilindeki Gülhane’de yeniden arslanlar için kafesler inşa edilmişti.23 Tarihçi Abdurrahman Şeref’in anlatımına bakacak olursak Topkapı Sarayı’nın içinde eskiden, Sarayburnu ile Ahırkapı arasında bulunan bir mevkide de bir Arslanhane mevcuttu. Sonraları Arslanhane buradan kaldırılmış ve zaman içinde yerine birtakım köşkler inşa edilmişti. 
 
Sultan Abdülaziz döneminde eski Arslanhane’nin yerindeki bu köşkler yıktırılarak buradaki Sultan Mahmud Köşkü’nün yerine bir Arslanhane inşa edilmişti.24 Ancak buraya artık eskisi gibi Arslanhane denip denemeyeceği tartışmalıdır. Zira II. Abdülhamid devrine ait bir belgede mekânın ismi Topkapı Sarayı Kuşluğu olarak geçmekteydi. Burada bulunan hayvanların sayısını belirten belgeye göre kuşlukta kedigiller ailesinden bir dişi Bağdad arslanı, bir erkek biri dişi iki adet kaplan, ikisi erkek ikisi dişi dört Buhara arslanı, bir adet de misk kedisi bulunmaktaydı. Bunların yanında devekuşları, zebralar, kümes hayvanları, koyun ve kuzular mevcuttu.25   
 
Sultan Abdülaziz devrinde yeniden ihya edilmeye çalışılan yırtıcı hayvan koleksiyonu için artık elden çıkan Cezayir’den veya doğrudan Osmanlı kontrolünde olmayan Mısır’dan değil Avrupa’dan hayvan satın alınması yoluna gidilmişti.26 Sultan Abdülaziz’in Gülhane’de olan bu hayvanlara yönelik ilgisine gönderme yapan bir rivayete göre özellikle Beşir ismindeki yaşlı bir arslana son derece düşkün olan padişah, bazen bu arslanın zincirlerini çözdürerek saray bahçesinde kendisiyle beraber dolaşıp oynamasına izin verdirirdi.27 Sultan Abdülaziz’in yabani hayvanlara olan aşırı merakı Beylerbeyi Sarayı’na da küçük bir arslanhane inşa edilmesine yol açmıştı. 
 
Aynı şekilde yeni inşa edilen Çırağan Sarayı’na da bir arslanhane eklenmişti. Ancak hem Beylerbeyi hem de Çırağan Sarayı’nda arslanhane olarak adlandırılan bölümler bir iki kafesten ibaretti. Beylerbeyi Sarayı ile ilgili bir ansiklopedi maddesinde biraz önce zikredilen anekdot Beylerbeyi Sarayı’ndaki arslanhanede tutulan arslan için tekrarlanmış, Sultan Abdülaziz’in burada kendine alıştırmış olduğu arslanla oynamaktan hususi bir keyif aldığı belirtilmiştir.28 Eğer bu bilgi doğru ise bir ihtimal Gülhane’de tutulan yaşlı Beşir’in ahir ömrünü Boğaziçi’ne bakan manzaralı sahil sarayında daha rahat bir biçimde tamamladığına delalet edebilir. Sultanın yabani hayvan merakının sadece arslan, kaplan gibi hayvanlarla sınırlı olmadığı, koleksiyonu için yine yurtdışından geyik, zürafa ve benzeri hayvanları getirtmek için yapılan yazışmalardan anlaşılıyor.29
 
Sultan II. Abdülhamid devrinde Gülhane’deki bu koleksiyon genişletilerek devam ettirildi. Bunda aynı Abdülaziz gibi yabani ve evcil hayvanlara karşı özel bir merakı olan II. Abdülhamid’in rolünün olduğu düşünülebilir. Zaten bir taraftan yabancı hükümdarlardan ve imparatorluğun çeşitli bölgelerinden yabani hayvanlar saraya hediye olarak gönderilmeye devam ediyordu.30 Diğer taraftan da özellikle resmi kanallardan yapılan taleplerle Afrika’dan sarayın koleksiyonu için ceylan, zürafa ve yaban sığırı gibi hayvanlar temin ediliyordu.31 Aynı Abdülaziz gibi II. Abdülhamid de favori sarayı olan Yıldız Sarayı bahçesine küçük bir arslanhane yaptırmıştı.32      
 
Ancak Arslanhane’nin Osmanlının bu son dönemdeki ihyasını sadece bu iki padişahın ilgi ve merakıyla açıklamak çok sağlıklı değildir. Batı’da özellikle 18. yüzyıldan itibaren doğadaki türlerin sınıflandırılması çabaları ve 19. yüzyıldaki yeni bilimsel gelişmeler ışığında yabani hayvan koleksiyonlarının toplanması ve amaçlarında da bir değişim gözlemlenmiş, bu zooloji bahçeleri ve ardından da kamuya açık hayvanat bahçelerinin açılmalarıyla sonuçlanmıştı. 
 
Bir yandan insanın doğa hakkındaki bilgisinin artırılması amacı, diğer yandan insanoğlunun doğaya hükmetme iddiası –ki bu eski zamanların yabani hayvanlara hükmeden kral imgesinin yerini görece daha demokratik ama daha yıkıcı yeni bir imgenin alması demekti– 19. yüzyılın ilk yarısından itibaren ménagerie’lerin yerine kamuya açık hayvanat bahçelerinin ortaya çıkmasını getirdi. Benzer bir şekilde Osmanlı İmparatorluğu’nda da en azından 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kamuya açık bir hayvanat bahçesi kurulması fikrinin devlet tarafından zikredilmeye başladığı ve bunun halkın eğitimi çerçevesinde düşünüldüğü görülmektedir.33 
 
Bahçenin kurulması durumunda koleksiyonun önemli bir bölümünü saraydaki koleksiyondan gönderilecek hayvanlar teşkil edecekti. Yine bu dönemde II. Abdülhamid’in Yıldız Sarayı bahçesinde bir de örnek olarak küçük bir doğa müzesi kurdurması bu çabaların kişisel merakın dışında devlet projeleri olduğuna işaret etmektedir. Ancak Osmanlı Devleti’nin son döneminde hayvanat bahçesi kurma projesi sadece yazışmalarda kalmış, hayata geçirilememişti. 
 
Has Aşçıbaşı Ahmet ÖZDEMİR Not:
Sn. Mert SUNAR ilgili çalışmanız için teşekkür eder çalışmalarınızda başarılar dilerim.
 
Dipnotlar
1 Semavi Eyice, “Arslanhane ve Çevresinin Arkeolojisi”, İstanbul Arkeoloji Müzeleri Yıllığı, sayı 11-12 (1964), s. 23-33. 
2 Özellikle Osmanlı döneminde İstanbul’u ziyaret eden yabancı seyyahların buradaki hayvan koleksiyonları üzerine yazdıklarının bir değerlendirmesi için bkz. Feza Günergun, “Türkiye’de Hayvanat Bahçeleri Tarihine 
 
Giriş”, I. Ulusal Veteriner Hekimliği Tarihi ve Mesleki Etik Sempozyumu Bildirileri: Prof. Dr. Ferruh Dinçer’in 70’inci Yaşı Anısına, ed. Abdullah Özen (Elazığ, 2006), s. 185-218. 3 Evliyâ Çelebi b. Derviş Mehemmed Zıllî, 
Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, haz. Robert 
Dankoff, Seyit Ali Kahraman ve Yücel Dağlı, 
I. Kitap (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 
2011), s. 20, 330; Polonyalı Simeon’un 
Seyahatnamesi, 1608-1619, haz. Hrant Der Andreasyan (İstanbul, 1964), s. 7.
4 Reinhold Lubenau, Beschreibung der Reisen des Reinhold Lubenau, ed. W. Sahm, c. I (Köningsberg/Kaliningrad: Ferd. Beyers 
Buchhandlung, 1912), s. 152-53’ten zikreden Suraiya Faroqhi, “Exotic Animals at the Sultans’ Court”, Another Mirror for Princes: The Public Image of the Ottoman Sultans and its Reception (İstanbul: The ISIS Press, 2008), s. 92-93.
5 BOA, Hatt-ı Hümayun (HAT), 119/4849, H. 
1218/1803-1804.
6 BOA, Başmuhasebe Kalemi Defterleri (D.BŞM.d), 8279, 29 Cemaziyülevvel 1233/6 Nisan 1818.
7 BOA, İrade Evkaf (İ.EV), 3/55, 4 Zilhicce 1310/18 Haziran 1893; BOA, İrade Dahiliye (İ.DH), 674/46975, 10 Şaban 1290/3 Ekim 1873.
8 Günergun, agm, s. 186.
9 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin 
Saray Teşkilatı, 3. baskı (Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1988), 26n1.
10 Gülru Necipoğlu, Architecture, Ceremonial and Power: The Topkapı Palace in the 15th and 16th Centuries (New York: The MIT 
Press, 1991), s. 61. 
11 Eremya Çelebi Kömürcüyan, İstanbul 
Tarihi: XVII. Asırda İstanbul, çev. Hrand D. 
    Andreasyan (İstanbul, 1952), s. 5. 12 BOA, Cevdet Hariciye (C.HR), 157/7814, 1 Cemaziyülevvel 1155/4 Temmuz 1742. 13 BOA, C.HR, 75/3749, 27 Rebiyülevvel 1233/4 Şubat 1818; 142/7055, H. 1255/1839-40.
14 Hedda Reindl-Kiel, “Dogs, Elephants, Lions, a Ram and a Rhino on Diplomatic Mission: Animals as Gifts to the Ottoman Court”, 
Animals and People in the Ottoman Empire, ed. Suraiya Faroqhi (İstanbul: Eren Kitapevi, 2010), s. 273.
15 Gilles Veinstein, “Falconry in the Ottoman Empire of the Mid-sixteenth Century”, Animals and People in the Ottoman Empire, s. 205-218.
16 Kiel, “Dogs, Elephants, Lions”, s. 275-276. 
17 Melis Taner, Power to Kill: A Discourse of the 
Royal Hunt During the Reigns of Süleyman the Magnificent and Ahmed I, basılmamış yüksek lisans tezi, Sabancı Üniversitesi, 2009,  s. 11, 79, 86.
18 Ertuğrul Düzdağ, Şeyhülislam Ebussuûd Efendi Fetvaları Işığında 16. Asır Türk 
Hayatı (İstanbul: Enderun Kitapevi, 1983), 190’dan zikreden Taner, age, s. 19. 
19 Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, I. Kitap, s. 321. 20 BOA, A. DVNS. MHM. d, 16/113, 14 Recep 979/2 Aralık 1571. 21 BOA, C. SM, 123/6151, 15 Recep 1110/17 Ocak 1699.
22 BOA, C. SM, 134/6748, 8 Rebiyülevvel 1259/8 Mayıs 1843.
23 Yeniden inşa edilmiş olan Arslanhane’de yapılan bazı düzenlemeler için, bkz. BOA, HH.d, 21896, 3 Ramazan 1287/27 Kasım 1870.
24 Abdurrahman Şeref, “Topkapı Sarayı”, Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası, cüz. 5, 1 Kânunuevvel 1326/14 Aralık 1910, 291.
25 BOA, Y. PRK.M, 4/27, 1315/1897-98.
26 BOA, Hariciye Nezareti Londra Sefareti (HR.
    SFR.3), 130/72, 19 Ekim 1867. 27 Abdurrahman Şeref, “Topkapı Sarayı”, 291, 291n1.
28 Haluk Şehsuvaroğlu, “Beylerbeyi Sahil Sarayı”, İstanbul Ansiklopedisi, haz. Reşat Ekrem Koçu, c. 5 (İstanbul, 1968), s. 2696.
29 BOA, HR.SFR.3, 130/72, 19 Ekim 1867.
30 Mesela Basralı Talib Efendi isimli birisi büyük ihtimalle Hindistan’dan getirilmiş olan bir çift kaplanı padişaha hediye olarak göndermiş ve bunun karşılığında saray tarafından kendisine atiyye ihsan edilmişti. BOA, Yıldız Perakende Evrakı Mabeyn Cedvelleri (Y.PRK. MBC), 9/32, 
18 Safer 1311/31 Ağustos 1893. Yine Habeşistan Kralı tarafından gönderilen birer aslan ve kaplan yavrusu hakkında bkz. BOA, Yıldız Perakende Evrakı Mabeyn Başkitabeti (Y.PRK.
BŞK), 63/39, 7 Receb 1318/31 Ekim 1900.
31 BOA, Yıldız Perakende Evrakı Umum 
Vilayetler Tahriratı (Y.PRK.UM), 32/30, 6 Zilhicce 1312/31 Mayıs 1895; 45/49, 28 Zilkade 1316/9 Nisan 1899.
32 BOA, Yıldız Perakende Evrakı Müteferrik (Y.PRK.M), 4/27, H. 1315/1897-98. Yıldız Sarayı bahçesindeki arslanhane için bkz.  BOA, HH.d, 30985, 13 Receb 1323/13 Eylül 1905.
33 Feza Günergun bu konuda tespit edebildiği ilk çabanın 1880 yılında olduğunu yazmaktadır. Ancak Günergun’un çalışmasında arşiv belgelerinde yararlanılmamış olması kendisinin de kabul ettiği üzere bu konuda kesin konuşmasını engellemektedir. 
Günergun, agm, s. 198-199.